Şems-i Tebrîzî 40 Kural ve Sözleri

Önder Demir
Şems-i Tebrîzî
Şems-i Tebrîzî (1185 - 1247) mutasavvıf. Asıl ismi Mevlânâ Muhammed'dir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan sohbet şeyhi ve çok kuvvetli bir din âlimidir.
€9,99 Softcover

Montag, 21. September 2015

Namaz ve Sırları - Dr. Münir Derman




"Hafizu alas selevatı vessalatil vusta". Ayeti kerimesi namazın farziyet ve beş vakit olmasına delildir. Cemi selâtin muhafazası emrolunuyor. Bir de selâtu vusta vardır. Bir vasatı tasavvur edilecek cemiin en azı dörttür. Bunun ortası olması için beş olması iktiza eder. 

Ekalli Mutesaviyine munkasım, "Ekalli Mutesaviyyini munkasım iki adet zevce adet ki fert tavassut ederse beş olur." 

"İnnellaha tealaferada ala külli muslimin ve müslimetin fi küllin yevmin veleyletin hamse selavat" hadistir. 

Allah’ın emri bütün kadın ve erkek Müslümanlara gece ve gündüz 5 vakit namazdır... 

Namazda ruku, sucud, kade, vardır. İnsan vücudu bu hareketi yapmak için (Bel, diz, ayak mafsallan) ona göre yaratılmıştır. Namazda  cesedi hareketler, ruku, sucud, kade ve diğer hareketler namazın erkanıdır. (Tadili erkan) ismi verilir ve cesede farzdır. 

Namaz Miraçtır. Miraç Resulu Ekremden başkasına yalnız ruhendir. 

Hiç bir peygamber ceseden miraç yapmamıştır. Mekke'den Kuduse kadar (Isra) ceseden olmuştur. 

Bu, namazda tadili erkânın farziyetini ilan eder. Aym zamanda tayyi mekânın mümkün olduğuna işarettir. 

Ondan ötesi sırların sırıdır. Ahadiyet ifadesidir. 

Namaz kılan ruhtur. Cesed değildir. Tadili erkân cesedin ruhla birlikte hareket etmemesi için cesedi bir nevi disiplin altında durdurmaktadır... Bu bahis uzundur. İleride tafsilen izah edilecektir. 

Baş yere koymak isteniyor. Namazda koymasak olmaz mı? Olmaz... Kimin başı yere gelmemişki.. Dünyaya hakim büyük İskender bile bugün bir harabede yatıyor. 

Namaz niçin emrolunmuştur : Muhakkak ki kullara bir şeyle bir şeyin arasındaki hattı faslı gizlemek ve kulunu sevdiği için bir hataya girmesin diye emrolunmuştur. Namaz o halde nedir ki? Bu hattı faslı temin ediyor. (Kelimeyi Şahadet, hac, zekat, selat, savm bunlarda bir Şeyin bir Şeyle temasını kesmek ve yanaştırmak için köprülerdir. 

Farzlar: Allah`a yanaşmak için şekil değiştirmiş bir durumun fiili hareketleridir. O halde gizlenen şey (FARZ) dır. Bu köprüleri geçmek için (ŞAKKI SADIR) gecirmek gerekir... Ve ondan sonra (VE ILA RABBİKE FERGAB) ancak ondan sonra yaklaş emri çıkıyor. 

Kula (ŞAKKI SADIR) ibadetleri hakiki tadili erkâni ile yapmasıyla mümkün oluyor demektir. Tadili erkan o halde : 

Ruhla cesedin bilmediğimiz bağlanışında gizli bazı ulvi hasletleri ortaya çıkarmak gayesine matuftur. Bu hareketler senelerce vücuttaki bu hasletleri ortaya çıkarır. Herhangi bir şeyi yerine getirmek veya harekete geçirmek için sallarız. Bunun gibi... Bunun izahı kelimelere girmiyor. Bundan bir şey anlamıya çalışınız... Sana senden yakın olanla temas ancak böyle mümkündür. 

O halde namaz Allaha yanaşmann merdivenidir. İnsanı maddeden soyar, temas kabiliyetini yükseltir. Kulun teslimiyetini görünce ünsüyet başlar. O vakit insan (Adem) olur. Makamı teslimiyet (İbrahim Makamı) dır. Zor bir makamdır. 

(YAVRUNU BANA ZEBHET EMRİ) tam teslimiyetin, muradı ilâhı olduğunun ifadesidir. Bu makamda ilâhi davet vaki olur. Yanaş... İşte bu davete (NAMAZ) denir... 

Namazın yarısı benim için, yarısı kulum içindir. Buyrulmuştur. Şimdi aklımıza gelmiştir. Efendim Kur'anda Cenabı hak niçin doğrudan doğruya 5 vakit demedi de, namazları muhafaza edin (ORTA NAMAZI) da işte bu Kur'anın sırrıdır. Bu sırrı anlamak içîn namazın Resule doğrudan doğruya emrolunması ve vahiy meleğinin araya girmemesi sebebini bilmek lâzımdır. 

Allah kelâmı olması burada... Bunları açıklayamayız... Hele senin alnın secdede ezilsin... Bakalım. Hele hele. Bunlar senelerce secdeden başını kaldırmıyanlara bile nasip olmuyor. 

Nasip olup bu sırları bilenlerde az değildir... Tadili erkânda hareketler insanı bulunduğu halden başka bir hale sokmaz değiştirmez. Var olan bir şeyi ortaya çıkarır. (Rüku, sucud, varlık halkasını Allah kapısına vurmaktır) hadis. 

Vurmasını bilirsen devlet baş gösterir. Vücud makarrı ilâhi olduğuna göre, varlık madde evin kapısının üstündeki kapıyı çalma halkası da onu vurmak içeriye bir nevi işittirmek olur. Oda ölmeden evvel, vücut şaibesini yok etmektir. Yani temizliğin maddeden başlayıp ruhi en ince hasletlere kadar temizlenmesi, şeffaflaşmasıdır. 

 (ŞAKKI SADIR) DA BUDUR. Ondan sonra (YAKLAŞ) emrine göre yaklaşmak gerekmektedir. 

Gıybet, haset, yalan, dedikodu, haram lokmanın yasaklanması buralara gitmek imkânına namzet kulu korumak içindir, konulmuştur. 

O halde namazın kendisi farzdır. Şekli de talimi ilâhi ile farzdır. Vakitleri de farzdır. Vakit girmeden namaz farz olmaz. Namaz, insanı tabiat, madde libasından soyar, imkân elbisesinden çıkarır. Nâsut zindanından azat eder. 

Namaz bütün ibadetlerin envaına şamil bir fihristi nuranidir. Kulun dergâhı uluhiyetde kendi aczini ilân ettirir. Ve merhameti ilâhiye önünde secde ettirir. Asıl namaz, ibadet halinden aşk ile duyarak, tadarak kılınan namazdır. 

Kıyamda işle meşgul, rukuda hayali ile, sucutta alavere ve dalaveresiyle meşgul olarak fiziki halde kılınan namaz değil... Namazda tadili erkân, erkânı mahsusası ile hakkını vermek olduğu gibi, enfüste huzuru ilâhiyeye girince alemi nâsuttan soyunmaktır. 

Namaz dinin direği Allaha yaklaşmanın merdivenidir. Allaha muhatap insandır. Herhangi bir kimse makamı ademiyete ayak bastımı, ona iman teklif olunur. Yani: Kimsin, nereden geldin, ne olacaksın nereye götürüleceksin denir. Bu makama sahip olana 

(MÜMİN) derler. Bu kâfi gelmez. Allah kulun inandığına teslim olmasını ister. Teslim olur. İnanırsa İSLAM OLUR. (MÜMİN) başka (İSLAM) başka dikkat et... 

Hakka teslim olmak demek (ELHAMDU LİLLAHİ RABBİL ALEMİN) rütbe ve sırrına varmak demektir. Herhangi bir belâ karşısında kaşlarını çatmamak hünerdir. 

Bu çok zor bir makamdır. Makamı teslimiyettir. 

Hazreti İbrahim'in Makamıdır. Şimdi senin söylediğin (ELHAMDU LİLLAHl RABBlL ALEMİN)'i bu ölçü üe ölç. Tart, bakalım ne kadar yaya, ne kadar yavan olduğunu anla... Emeklerin boşuna gitti gider. 

Kulun teslimiyetini görünce daveti ilâhiye vaki olur : 

İşte bu davete (NAMAZ) denir... (NAMAZIN YARISI BENiM İÇİN, YARISI KULUM İÇİN) buyrulmuştur. 

Tekbir alınır. Kalben ve lisanendir. Burada el ile işaret vardır. Bütün âza ile kıbleye teveccüh etmektir. 

"FEVELLl VECHEKE ŞADRAL MESCİDlL HARAM" emriyle memur olduğundan sair âzasiyle de teveccüh ettiği gibi, adresi ilâhi olan kıbleye mütevveccih bulunarak": Yarabbi sen beni ahseni takvim" sırrına mazhar olarak halk ettin, beni kendine muhatap tuttun, bende yüzümü senden gayrisine çevirmedim. Zalime, zulme, küfre, münafık a meyletmedim, insani veçhimi takdim ediyorum diye ellerini kulaklarına kaldırır dünyayı arkada bırakır. Yüz çevresini Allah`a arz eder tekbir alır. Allahın büyüklüğünü ilan eder. 

ALLAHÜ EKBER." 

"ALLAHU EKBER" demek " ALLAH " o büyük yok mu, işte onun şanını haykırıyorum demektir. Tanrı uludur bu manada değildir... 

Kâbe bir surettir. Bütün melek cin ve mahlûkâtın secde noktası... 

Nuri ilâhinin esrar adresesi, bütün ilâhi feyz ve ışıkları bir noktada toplıyan ve yeryüzü perdesine aksettiren yerdir. Kabe... Kıble: Zahirde beytullah... Hakikatte : Nuru (M) i... 

Sırda: Allah’tır. 

"Namazda açılır perdeler ötenin ötesinde 

Sureti rahman görünür kabenin perdesinde"


Namazda hak ile mülakat konuşma vardır. 

Namaz avam için: Huzuru baridir. 

Havas için: Urucu ilâhi. 

Tekbirden sonra huzura girer. Elini bağlar. İftitah tekbirinde el ile işaret vardır. Sağ elini sol elinin bileğine halka yapar. Sol el ameli şeytan vasıtasıdır... 

Fena düşüncelerimi bağladım. Söz veriyorum. Şahidim olsun, işaret parmağı şahittir. (BELÂ KADİRİNE ALA EN NUSEVVlYE BENANEH) bu parmak vücutta Allah’ın hesabına çalışan ve onun istihbarat memurudur. 

Her işe besmele ile başladığı halde, namaza besmele ile başlanmaz, îster huzurda, ister uruçta olsun. Allah ile aranda perde .yoktur. İnsan Allah iledir. (MUSALLİ)... İsim ile başlamak burada edebe münafi olduğundan tesbih ve takdis ile başlanır. İnsan ilmen. Ahlâken kendisinden büyük bir zata ismen hitap etmez. 

Ona layik bir sıfat arar... 

(SUBHANEKE ALLAHÜMME VE BİHAMDİK) duası ile başlar. 

Badehu euzu besmele okunur. 

Bu kıyam, makamı beşeriyettir. 

Biz namaz kılarken bunların hiç birinden haberdar değiliz. 

Sebebi ise biz taklit olarak namaz kılıyoruz. 

Yalnız Cenabı Allah’ın lütuf kapısı büyük olduğundan: 

Bunlar ehli hakiki takliden kapıya kadar gelmişler. Kovmayın içeri alın. Allah’ın iltifatından hissedar olsunlar. Amma bunlar birinci sırada değillerdir... 

(SUBHANE) ile huzurda: Kulum buyur selâmını kabul ettim. Arzun nedir, hitabı çıkar. 

Euzu besmele: Yarabbi, beni fena düşüncelerden, şeytandan muhafaza buyur. Maruzatım vardır. 

Peki kulum. Koruyacağım... Şimdi isminle başlıyorum. Besmele çekersin... 

(ELHAMDÜ LİLLAHİ RABBİL ALEMİN ERRAHMANİRRAHIM. MALİKİ YEVMİDDİN İYYAKE NAĞBUDU VE İYYAKE NESTEİN) 

"Ya Allah seninle sana ibadet eder, senin kapından başka kapı çalmayız. İbadetimiz cennet talebi değildir." deyince : 

Cenabı Hak: Lebbeyk der. 

Ne istiyorsun kulum: İsteğine muntazırım buyur. 

Burası dünya makamıdır kul istediğini ister... 

Sıratı müstakim. Kuranı azimi ister. Ahlâkı Resulü ister, tevhidi ister. Daha yüksek makamlar ister... 

O halde belini bük... Oraya dimdik girilmez. 

Emri çıkar. Kul belini büker. Ruku’a gider... Perde açılır... Kudreti ilâhiye görünmeye başlar... O azametin karşısında abit gayri ihtiyarı (SUBHANE RABBİYEL AZİM) demeye başlar.  

Gördüğü azamet karşısında bunları söyler... Biz rüku’a bunları görmek değil (SUBHANE RABBİYEL AZİM) demek için gideriz. 

Efendim. Hoca efendi ben bunları göremiyorum... Sen jimnastik yapıyorsun. Namaz kılmıyorsun ki... Sen bunları gördün mü... Sana ne... Görmesem 48 senedir hayvan gibi yatar kalkar mıydım... 

Bana da öğret dersen... Pek âlâ derim... 

Kibrini, gururunu yere at... Gel... O zaman bir şey bildiğini zannediyorsun amma... Sende hiçbir şey yok. Yok olanlara söylüyorum. Kendini kandırıyorsun... İslâmiyette kibir yok... Özür yok. Teslimiyet var... 

Namazda secde penceresinden gören göz, ne güzel gözdür... Görmeye lâyık olmıyan hale gelmemiş göze de gözükmez. 

(GÖRMEDİĞİM ALLAHA SECDE ETMEM) diyor Cenabı Ali Keremullâhi veçheli... İslâm olmak kolay. Hepimiz Müslümanız. 

Müslümanım demek güç... Kendimizi ölçelim tartalım... O zaman dilimiz dolaşmağa başlar... Kadın, ellerini erkek gibi yukarı kaldırmaz. Ellerini aşağı çek. Aynı hukukta değilsin... Ay hallerinde huzura çıkamazsın... Elini az aşağıdan tut... Göbek hizasında ellerini bağlıyamazsın. Bizzat bir şeye malik değilsin. Gururlanmıyasın diye ellerini göğsüne bağla... Hay esmasının tezgahısın. Çocuğun sahibisi sen olmadığını bilirsin... Bu işi gördüğünden sana fadıl kapılarım daha çok açıktır. 5 vakit namazını kılar, müstakim gidersin, erkekten 7 defa daha erken bana kavuşabilirsin... Bundan dolayı doğumda ruhunu teslim edersen şehit olursun...Cennet anaların ayağı altındadır. 

Rüku, secde : varlık halkasını Allah kapısına vurmaktır. Hadis. 

Rüku da: Birinci subhane rabbiyel azim... Azameti ilahiye efâl kaydından münezzehtir. 

İkinci subhane rabbiyel azim... Azemeti ilâhiye ıtlak kaydından münezzehtir. Olduğuna delâlet eder. 

Bundan sonra : (SEMİ ALLAHU LİMEN HAMİDEH) Allah benim hamdimi işitti çok şükür... Doğrulur... Kulum bu âlemde hiçtir. Alemi lâhuta, çık bakalım... Sarayı lâmekanı gezmek işter misin?... 

Aman yarabbi... ihsan buyur... 

Oraya beli bükük girilemez. Hakka yanaşmağa buradan başlar...Başını yere koy... Emri çıkar... Hakikat perdesi açılır... 

Birinci secde : Namaz aslından mahv ve fani olur. Yani cesedden ruh ayrılır. Beşeriyetten kurtulur. Allah namına her şeyden soyunduğuna işarettir. Kendine kendinden yakın olana yanaşmağa başlar... 

İkinci secde : Vücut kokusundan eser kalmaz... Kendini hakka terkettiğine, yok olduğuna işarettir. 

Bundan sonra tamamen perdeyi hakikat açılır... 

(SUBHANE RABBİYEL ALA) demeye başlar... 

Birinci : Mertebeyi rububiyetten 

İkinci : Mertebeyi uluhiyetten 

Üçüncü: Her türlü kuyudattan münezzeh olduğuna işaret ve isbattır. 

İşte bu secde (İBADET SECDESİ) dir. 

Secdelerin en makbulü, indi ilâhide en sevilenidir. Bunda rıza gizlidir. 

Hazreti Adem'e yapılan secde başkadır. (TAZİMİ TAHİYYAT) secdesidir. 

Birinci kade: Allaha seyre işarettir. 

Beşeriyetten soyunup vahdete seyir vardır. 

Seyirde kesret olmadığından yalnız ETTEHlYYATİ okunur. 

İkinci kade: Vahdetten kesrete rucu — dönüş olmakla efendimize selâvat mevcuttur. Miraçtan dönüş kendindeki (NUR M) yedir. Selâvat ha unutma... Namaz tamam olur. Kesret alemine girilir ve selâm verilir... 

Miraç bir anda (TURFETÜLAYN) içinde olmuştur. 

Burak: Burak yıldırım kelimesinden müştaktır. 

Sende namazda bir anda bu miracı ruhunla yaparsın... 

Gaflette olursan, bu miraçtan haberin olmaz... 

Çünkü bir an olması: Tahammül edemez insan, şimşek çakar gibi bir andadır. Musallinin miraca hürmetsizlik, yani habersiz olması insanı tadili erkân ile mukayyet kılmıştır. Bundan dolayı haberin olmaz miraçtan... Allahın huzurundan ayrıldığı için : 

(ALLAHÜMME ENTESSELAM VE MlNKESSELEM TEBAREKTE YA ZELCELALl VELlKRAM) söylenir... Yani ya Allah selâm senin ismindir, ismin senden sudur eder. Her ikram ve ihsan ile mütecelli ve senden gayri yoktur. Bunu anlıyanlar : (HUVEL EVVEL HUVEL AHİR HUVEL ZAHİR HUVEL BATIN) sırrının manasına aşma olur. 

Namazı hakkıyla kılanlar, bu halleri zevk edenler, Birinci sınıf müminlerdir. 

Biz onları taklit ediyoruz. 

Allahın rahmeti vasi olduğundan, bizim takliden yaptığımız şu ibadetimizde de elimizi boş çevirerek göndermez. Defteri amalimize bir şeyler yazılır. Bunu Cenabı Hak bildiği için, tadili erkânı da talim ile farz kılmıştır. Hiç olmazsa, hareketi, yatıp kalkmayı doğru yapsınlar diye...   

Dr.Münir Derman

"ALLAH DOSTU DER Kİ... YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ YAZILACAK SIRLARIN SONU" Kitabından alınmıştır

Dienstag, 11. August 2015

NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR!



NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR!

Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”
Bu hadisi şerifte kast edilen “nefis”, insanın özüdür. Zira, kötülüğü emreden Emmare nefsin Rabbini tanıması gibi bir özelliği yoktur. Bidayette Emmare nefisle birlikte olan bu öz nefis, Allah’a ve O’nun dininin icaplarına iman etmek ile mükelleftir. İman ettikten sonra Emmare nefis ile olan birlikteliğini kınamasından dolayı “Levvame Nefis” adını almıştır. İnsanın özü olan nefis, Mülhime mertebesine yükseldikten sonra dahi Emmare nefisten tam olarak kurtulmuş olmadığından iç barış, bu aşamada dahi mümkün gözükmemektedir. 
“Bir “Ben” vardır benden içeri” sözünü bir çok kimse eksik algılamaktadır. Zira, insanın içinde iki değil, beş “Ben“lik vardır.
Bunlardan birisi, kötü haberlerin doğumuna vesile olan şeytanların vesveseleri.
İkincisi, hiç durmadan kötü isteklerini tekrarlayan ve kötü anıların hatırlanmasına sebep olan heva-i nefistir.
Üçüncüsü, iyiliklerin kalpte doğmasına vesile olan ilham meleği. 
Dördüncüsü, güzel ve aklı-ı selim düşüncelere ve güzel anıların hatırlanmasına vesile olan Hak Tealaya âşık insani ruhtur (beş letaif). 
Beşincisi, İmam-ı Rabbani hazretlerinin “ADEM“ (yokluk) diye ifade ettiği, yokluğun ta kendisi olan, Allahu Tealanın hadisi kudside mealen; “İnsan Benim, ben insanın sırrıyım” diye buyurduğu Allah’ın emanetlerini yüklenen insanın ta kendisi olan; “Ben”liktir. Allah’ta fani olan sufinin “Ben”i yoktur.
İnsanın iç dünyasında bulunan bunlar, işin başında yoğurdun içinde yağ ile ayranın birbirine karıştığı gibi karışmış olduğundan, avam halk bunların her birini diğerinden ayıramayıp bunların hepsini bizzat kendisi sanmasından dolayı, iç huzursuzluğundan bitap düşer.
Manevi sahada ma’rifet ilminden biraz pay alanlar ise, yoğurdu yayıp ta ayranın yağdan ayrıldığını fark ettikleri gibi, içerdeki ajanları bir, bir fark ederler ve bunların hepsinin Allah’ın imtihanı gereği, Allahu Tealanın yüce isimlerinden bir isminin tecellisi ile kalpte oluştuklarını görürler. İşte o zaman sufinin kalbinde; “Men arafe nefsehu, fekad arafe Rabbeh” (Kim nefsini tanırsa o, Rabbini tanır.) hadisi şerifinin manasının sırrı zuhur etmiş olur.
Kendisini bilen kişi, Rabbini bilir, Rabbini bilen ise, haddini bilerek gizli şirkten kurtulur. Yani bu mertebedeki sufi, alemde Allah’tan başkasında kuvvet göremez. Ona göre her canlı câmidtir. Sufinin gönül gözü, gizli şirkten kurtulmadıkça melekûta (iç aleme) kördür. Aslında gözler körlükten değil, ışıksızlıktan göremezler. İç aleminin uçsuz bucaksız genişliği ve gizli güzelliği keşif olunduğunda, Sufinin “Benliği” bu benzersiz güzelliğin Yaratıcısı Allah’a hayran kalır ve bu hayranlık sufiyi İlahi aşka uçurur. Bu safhadan sonra Allah’a; cennete girmek, cehennemden kurtulmak için ibadet yapmak gibi bir beklentisi olmadan itaat etmeye başlar.

Nefsin 7 kademesi vardır Allah (c.c) Şems suresinde (7. Nefse ve onu biçimlendirene,8. Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin olsun ki, 9. Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.10. Onu kirletip gömen de ziyan etmiştir.) buyurmaktadır.

Bunlar aşağıdaki gibi sıralanırlar:

1- Nefsi Emmare (Bu makamın zikri Kelime-i Tevhid'dir. LA İLAHE İLLALLAH Zikri çekilir)
2- Nefsi Levvame (Bu makamın zikri Lafzı Celal'dir. ALLAH Zikri çekilir)
3- Nefsi Mülhime (Bu makamın zikri İsmi HU'dur. HU Zikri çekilir)
4- Nefsi Mutmainne (Bu makamımın zikri HAK Esmasıdır.)
5- Nefsi Radiyye (Bu makamımın zikri HAY Esmasıdır.)
6- Nefsi Marziyye (Bu makamımın zikri KAYYUM Esmasıdır.)
7- Nefsi Kamile (Bu makamımın zikri KAHHAR Esmasıdır.)

Nefsin 19 tanede afeti vardır insan neden nefsiyle mücadele etmelidir?çünkü her insanın nefsinde 19 tanede afet vardır.nitekim Allah (c.c) Müddesir suresi 30. ayeti kerimesinde:
"üzerinde 19 zebani vardır" buyurmaktadır.

Bunlar:

1- Cehalet
2- Cimrilik
3- Dedikodu-gıybet
4- Fitne-Fesat
5- Gurur-Kibir
6- Haset ve düşmanlık
7- Hırs-şehvet
8- İsyan
9- İbtila
10- Kin ve nefret
11- Küfür
12- İkiyüzlülük
13- Zankörlük
14- Öfke-gayz
15- Sabırsızlık
16- Vefasızlık
17- Yalan
18- Zulüm
19- Zandır

Şimdide Nefsimizin mertebelerini sırayla açıklayalım:

1- Nefsi emmare:kötü his ve huyları,çirkin vasıfları içinde barındırır.şehvet düşkünü hayvani nefsin hükmü altında olmakla,hayvanların yoluna girmiştir.kötü hisleri güzel görür.hesap ve ahiret derdi yoktur.sadece keyfini düşünür.bu nefsin eserinden;kibir,benlik,hırs,şehvet,kıskançlık,cimrilik,kin intikam,hiddet gibi huylar çıkar.Allah`ın düşmanıdır, bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa,o kişi şeytanların mertebesine düşer nefsi emmarenin sahibi ya fasık,ya münafık,yada kafirdir,itikadı düzeltmek samimi tevbe ve terbiye iledir,tezkiye edilmezse Cehennem ateşiyle temizlenmesi kaçınılmazdır.

2-Nefsi levvame:kendini kınayan, kötüleyen,azarlayan nefistir.bu nefis sahibi günah işlediğinde pişman olup tevbe eder,kendisini kınar,yapmamak için karar verir fakat günah önüne gelince duramaz,yine içine düşer.sonra pişman olur iyilik ve kötülük arasında gider gelir kendini beğenme,çekişme,gizli riya,makam ve şehvet tutkusu gibi nefsi emmarenin bazı vasıfları bu mertebedede bulunur fakat nefs hakkı hak batılı batıl görür yine bilirki bu vasıflarla huzurdan uzaktır.fakat onlardan kurtulamıyor.bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar,tedavisi rabıta, tövbe ve zikirdir.

3-Nefsi mülhime:Allahu teala nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda adı mülhime olmuştur.nefs;tevbe,zikir,rabıta ve mücahede ile günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca,ilham ve feyz almaya kabiliyet kazanır.devamlı olarak kamil mürşidden ilhamlar gelir.bu mertebede hayvani nefs tamamen ıslah olur.haramdan kaçar hayırlara koşar.fakat şeytan ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar.kendini ve amellerini beğendirir,insanları küçük ve değersiz gösterir,ümitsizliğe düşürür.Allah`ın azabına karşı ona emniyet hissi verir,bu makamda bir mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir.

4-Nefsi mutmainne:Cenab-ı Mevlanın "Ey tatmin olmuş Nefs" hitabıyla ıstıraptan kurtulup huzura eren nefistir.her türlü şek ve şüpheden temizlenip pak olmuş,fenalıklara arzusu kalmamıştır.sıfatları;tevekkül,incelik,cömertlik,yumuşaklık,güleryüztatlı dil,kusurları bağışlama,hamd,şükür,müşahede,teslimiyet ve rızadır,

5-Nefsi radiyye:ister bela ister sefa Allah`ın bütün fiillerinden razı olan,O'ndan başka herşeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbinin rızasına nazarını diken nefistir fakat bu makama varanlar Arif değil Velidirler.o yüzden başkasını irşad edemezler,şeytan onların şeklinde başkalarının rüyalarına girip yoldan çıkarabilirler.

6-Nefsi mardiyye:Allahu tealanın razı olduğu nefistir Ariflerin makamıdır,dış itibariyle diğer insanlardan ayırt edilemez fakat iç itibariyle bütün cisimleri altına çevirecek bir tılsım gibidir,kendisine üfürülen ruh ile görür bilir.sesini uzaklardan işittirir,bunların kıyafetinde şeytan başkasının rüyasına giremez.

7-Nefsi tezkiyye(Kamile):seçkin,saf ,tertemiz nefistir,Allahın en seçkin dostları olan Gavs ve Kutupların makamıdır,seyirleri Allah iledir.önceki bütün nefislerin güzel vasıflarını üzerlerine toplamışlardır her halleri ibadet ve zikirdir.biran Allah`tan gafil olmazlar, onların muradı Allah`ın murad ettiği şeydir,rızalarıda öfkeleride Mevla iledir.Allah için olan işleri yaparlar.bunun için çevrenin ayıplaması ve çekişmesinden ürkmezler.
Cenab'ı Hak onlarla alemlere ikramda bulunur,belaları defeder, Allah`ın emirlerine riayet edenleri kendi öz çoçuklarından çok severler,ama herkese merhamet ve şefkatle bakarlar.insanların kusurlarına bakmazlar,iyiliği emreder kötülükten sakındırırlar.pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar.onları görenler Allah`a yönelirler,mübarek yüzlerine edeple bakmak bile ibadettir,ince ve latif sözleri katıksız hikmet bilgisidir, gayet ince ve zarif,yumuşak ve alçak gönüllülükle telkinde bulunurlar,sıradan nazarları dahi dünya ve içindekilerden üstündür.Allah cümlemizide inşa`Allah nefsi kamile erenlerden layıkıyla yararlanmayı ve o mertebeye yaklaşabilmeyi nasip eylesin ve bu satırları okuyarak tefekkür edenlerden razı olsun. Amin.


Kaynak: Nefsini Bilen Rabbini Bilir - Muhyiddin İbn Arabi 
Kaynak: Allah Yolunda Kalplerin Keşfi - İmam-ı Gazali
Kaynak: İlahi Armağan - Abdulkadir Geylani


Donnerstag, 25. Juni 2015

KAVİMLER VE HELAK SEBEPLERİ



Allah (c.c), yaratılmışların en şereflisi olan insana akıl ve irade vermiş ve bunun sonucunda ona bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukları yerine getirebilmesi için de peygamberler ve kitaplar göndermek suretiyle ona rehberlik etmiştir. Kur'ân-ı Kerim, Yüce Allah tarafından Hz. Muhammed (a.s.)’e gönderilen son ilahi kitaptır. Bu Yüce Kitabın muhatabı bütün insanlar, gayesi de, onların dünya ve ahiret mutluluklarını sağlamaktır. Bu gayeye ulaşabilmemiz için, Kur'ân’ı okuyup anlamamız, emir ve yasaklarına uymamız gerekmektedir.

İnsanı yaratan, onu ruhen ve bedenen şekillendiren, onu yaşatan Allah'tır. Kainatı insanın emrine ve hizmetine veren Yüce Allah'ı tanımak, O'na yakınlaşmak ve O'na kulluk etmek her müslümanın en önemli görevidir. İnsan, kendisine yol gösterici olarak Allah'ın insanlara Peygamberimiz (sav) aracılığıyla ulaştırdığı vahyini ve Peygamber Efendimizin sünnetini rehber edinmelidir. Bitmez tükenmez bir ilim, hikmet ve saadet kaynağı olan Kur'ân; nuru ile alemleri aydınlatan, ruhlara şifa veren, insanların güçlü bir vicdana ve sağlam bir imana sahip olmasına vesile olan, akılları ve gönülleri aydınlatan yüce bir kitaptır.

Bundan dolayı , kendimize yol gösterici olarak Kuran'ı rehber edinerek Yüce Allah'ın Kuran'da bizlere neler bildirdiğini, son derece titiz ve dikkatli bir biçimde incelememiz ve bunlar üzerinde düşünmemiz gerekmektedir. Nitekim Allah, Kuran'ın gönderiliş amacının insanları düşünmeye yöneltmek olduğunu bildirir:

"Bu Kur'ân; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir” (İbrahim ,14/52).

Kuran'ın büyük bir bölümünü oluşturan geçmiş kavimlerin haberleri de kuşkusuz üzerinde düşünülmesi gereken konulardan biridir. Bu kavimlerin çoğunluğu, kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlamışlar ve onlara düşmanlık yapmışlardır. Bu taşkınlıklarından dolayı Yüce Allah Kuran'da, bu helak olaylarının sonraki insanlara ibret olması gerektiğini bildirmektedir. Mesela Allah'a isyan eden bir grup Yahudi'ye verilen ceza;

“Biz bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık" (Bakara,2/66)  ayeti ile ibret olarak bizlere anlatılmaktadır.
Kuran'da anlatılan helak olaylarının pek çoğu çağımızda yapılan arkeolojik bulgular sayesinde "görülecek" ve "bilinip-tanınacak" hale gelmiştir.

Her canlı gibi millet  ve toplumların da dünyada belli bir yaşama süreleri vardır, doğar, yaşar ve ölürler. Tarih sahnesinde ebedi olarak yaşayan hiç bir kavim yoktur. Tıpkı insanlarda olduğu gibi kavimler de eceli geldiği zaman tarih sahnesinden silinir giderler. Bu Yüce Allah’ın kainatta tesis ettiği nizamın bir gereğidir.

Helak edilen kavimler  ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır;

“Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır. Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.” (Hicr,15/4-5).

Kur'ân-ı Kerim’de helak olduğu bildirilen kavimlerle ilgili olarak, “karye”, ve “ümmet” kelimeleri kullanılmaktadır. Bu kelimeler; memleket halkı, nesil, az veya çok, büyük veya küçük toplum anlamını ifade eder.

Toplumlar ecelleri gelince helak olup giderler. Eceli ne bir an ileri geçebilir ne de geri bırakılabilir, ne uzatılabilir ne de kısaltılabilir. Bu eceli ancak Allah bilir. Her topluluğun bir helak zamanı vardır. O zaman gelince helakleri gerçekleşir.

“Her cemaat, büyük veya küçük her kavim ve devlet için Allah katında belirli bir vakit ve süre vardır. Allah’a karşı peygamberini yalanlayanların,müşriklerin,azgınların, dinsizlerin, zalimlerin, asilerin, edepsizlerin, hepsi dünyanın her tarafında birden bire aynı anda cezalandırılmazlar. Çeşitli toplumların, kavimlerin belirli müddetleri vardır. Birini şu kadar zaman içerisinde helak eden bir fenalık, diğerini mahvetmek için daha az veya daha çok zaman alabilir. Ancak ecelleri gelip mühletleri bitince ne bir saat gecikebilir ne de bir saat öne geçebilirler. Helak edilirler.” Bu husus Kur'ân-ı Kerim’de şöyle anlatılır;

“Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler” (Araf,7/34).

Ayet-i kerimede bu ecelin hiçbir şekilde şaşmadığı bildirilmektedir:

“Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır” (Münafıkun, 63/11).

Yine Kur'ân-ı Kerim’e göre ölen ancak Allah’ın izni ile ölür:

“Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız"  buyurulmaktadır. (Al-i İmran 3/145).

  “Her ümmetin azap ve helaki takdiri olup, levh-i mahfuzda yazılıdır. O yazıdaki sebep ve şartlar tahakkuk edip vakitleri gelince helak edilirler.” Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:

 “ Ne kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helak edeceğiz, ya da şiddetli bir azapla cezalandıracağız. İşte bu, Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış bulunuyor.”(İsra,17/58)

Ümmetlerin ve insanların helak zamanlarını takdir eden Allah’tır. Bu takdir ve ecelin dışında hiçbir kimsenin ölmesi,hiç bir ümmetin yok olması söz konusu değildir. Ayetlerde belirtildiği gibi, her toplumun ve her canlının bir eceli vardır. Zamanı gelince nefislerin ve kavimlerin ölümü tahakkuk eder. Bu ecelin zamanını insanlar bilemez, ancak Allah bilir.

 Kur'ân-ı Kerim’e göre kavimlerin helak oluşuna bizzat o topluluklarda yaşayanların kendileri neden olmaktadır. Toplumların helakinin nedeni de işte burada yatmaktadır.Yüce Allah çok merhametlidir. Onun merhameti her şeyi kuşatmıştır. Allah insanlara zulmetmez, iyiliklerin karşılığını kat kat fazlasıyla verir. İşlenen kötülüklerin hepsine ise ceza vermez, bir kısmını bağışlar.     

“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir”( Nisa 4/40)

  “Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler”(Yunus10/44)   Ayetler, Allah'ın insanlara zulmetmediği, insanların başlarına gelen felaket ve âfetlerin kendi hataları sebebiyle geldiğini, böylece isyan eden insanların kendi kendilerine zulmettiklerini ifade etmektedir.

Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri halde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız (Yunus,10/13)

“Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik. (Araf,7/96)  

“Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz”(Araf,7/182).

Kavimlerin helak edilmeleri, yapmış oldukları zulüm ve hatalar yüzündendir. Bir kavim kendisinde bulunan güzel hasletleri değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Ayet şöyle buyurulmaktadır:

“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur” (Ra’d 13/11)

Ayet-i kerime’ye göre insanlar, iyi hallerini devam ettirdikleri müddetçe nimet ve huzur içerisinde bulunmaya devam ederler. Toplumların helake ve yokluğa sürüklenmeleri fitne, fesat, anarşi ve terör gibi kendi kabahatleri yüzündendir.

Bir toplumda ahlaksızlık, haksızlık, zulüm ve kötülükler çoğalır, bu kötülükleri önlenmeye veya kaldırılmaya çalışan da olmazsa cezalandırılır, helâk edilir. Allah bu toplumun yerine başka bir nesil var eder. Bu husus Kur'ân'da şöyle  bildirmektedir.

“Biz zulmetmekte olan nice memleket halkını kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka toplumlar meydana getirdik.” (Enbiya,21/11).

Geçmişten günümüze kadar pek çok kavim gelip geçmiştir. Bu kavimler varlıklarını bugüne kadar niçin sürdürememiştir? Bunlar niçin helak edilmişlerdir? Kur'ân-ı Kerim’e göre kimi kavimler darlık ve yokluk içinde, kimisi de bolluk ve refah halinde iken helak edilmişlerdir.

Kur'ân-ı Kerim’in bizlere bildirdiğine göre Allah her kavme doğru yolu göstermeleri için peygamber göndermiş, peygamberler onları iman ve itaate çağırmışlar, taşkınlık, zulüm ve isyanı terk etmelerini istemişlerdir. Ancak o kavimlerin pek çoğu bu peygamberlerin davetine uymadığı gibi onları yalanlamışlar, hatta eziyet edip öldürmüşlerdir. Allah çeşitli kereler o kavimleri uyarmış, ancak düzelmeyince helak etmiştir. Konu ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim’de bu husus şöyle  ifade edilmektedir:

“Onlardan (Mekke halkından) önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkan ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helak ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik” (Enam,6/6)

“Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar”  (Enam 6/44 )

Ayet-i kerimeler; Yüce Allah'ın geçmiş kavimleri günahları sebebiyle helak ettiğini, bu kavimlerin ekonomik ve teknik imkanları iyi olmasına rağmen helak olmaktan kurtulamadıklarını bildirmektedir. Yüce Allah helak olan bu kavimlerin yerlerine yeni topluluklar yaratmıştır.

Helak edilen kavimlerin başta gelen kabahatleri, onları imana, itaate ve doğruluğa davet eden Peygamberlere isyan etmeleri ve onları yalanlamalarıdır.

 Kur'ân-ı kerim’in önemli bir bölümü geçmiş kavimlerin (toplumların) ve peygamberlerin kıssalarından, hayat hikayelerinden kesitler sunmaktadır. Şüphesiz bu kıssalar insanların okuyup geçmeleri için değil, ibret almaları içindir. Bu kıssalar çok önemli ibret, hikmet ve öğütlerle doludur. Bu itibarla âyetleri dikkatle okumalı ve bunlardan ders almalıyız.

NUH (A.S.)'IN KAVMİ

Hz. Adem’den sonra insan nesli çoğalmış, bunlar yeryüzünde bir çok yeri imar etmişler ancak zamanla hak dinden uzaklaşarak putlara tapmaya başlamışlardır. Yüce Allah insanlara Nuh (a.s.)'ı peygamber olarak göndermiş; ancak insanlar onun öğütlerini dinlememişler, hatta onu alaya almışlardır. Nuh (a.s.), kavminin iman etmesinden ümidini kesince onların helak olmalarını istemiştir. Allah da ona bir gemi yapmasını emretmiş ve bu gemiye müminlerle cins hayvandan birer çift almasını söylemiştir. Bundan sonra büyük bir tufanla sular her tarafı kaplamıştır. İman etmeyenler boğulmuşlar ve böylece helak olmuşlardır. Nuh kavminin helak edilmesinin nedeni Kur'ân’da şöyle anlatılmaktadır: ..

“Andolsun, biz Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi" (Ankebut, 29/14).

“Hataları (küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar” (Nuh,71/25).

Nuh kavmi Allah’a ve Peygamberine isyan etmeleri, zulme , küfre ve günaha dalmaları sebebiyle helak olmuştur.

AD KAVMİ

Yemen bölgesinde yaşamakta olan Ad kavmine Yüce Allah peygamber olarak Hud (a.s.)'ı göndermiştir. Ad kavmi, bir çok nimetlere nail olmuş, görkemli binalar inşa etmişlerdi. Şirk ve küfürde israr eden kavme Hud (a.s.), mucizeler göstermiş ve onları Allah’ın birliğine inanmaya çağırmıştır. Ancak ona kulak vermemeleri ve şirkte devam etmeleri sebebiyle şiddetli bir rüzgar ile helak olmuşlardır.

  “Âd kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, “Bizden daha güçlü kim  var?” demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu  görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı” (Fussilet,41/15)

“Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez" (Fussilet, 41/16).

"Kavmi, onu yalanladı. Bunun üzerine kendilerini o malum sarsıntı yakaladı da      yurtlarında  diz üstü çökekaldılar. Ad ve Semûd kavimlerini de helak ettik. Bu, onların (harap olmuş) yurtlarından size besbelli olmuştur. Şeytan onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan  alıkoymuştur. Halbuki onlar gözü açık kimselerdi" (Ankebut, 29/37-38).

Ad kavmi, Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük etmeleri ve peygamberi yalanlamamaları, inkar ve isyanları sebebiyle helâk edilmişlerdir.

SEMUD KAVMİ

Ad kavminin helakinden sonra Hicr bölgesinde Semud kavmi yaşamıştır. Semud kavmi pek çok nimete nail olmuş, dağları ve taşları oyarak muhkem evler inşa etmişler, yazlık ve kışlık konaklar yapmışlardır. Bolluk ve refah içerisinde yaşamışlar, uzun ömürlü bir hayat sürmüşlerdir. Zamanla Hak yoldan sapmışlar, şirke düşmüşlerdi. Yüce Allah onlara Salih (a.s.)'ı peygamber olarak gönderdi. Salih (a.s.), onları Allah’a imana, ibadete ve itaate çağırdı. Mucizeler gösterdi, öğütler verdi. Ancak kavmi onu dinlemediği gibi yalanladı. Kendilerine mucize olarak verilen ve sakın dokunmayın denilen dişi deveyi öldürdüler. Bunun üzerine Salih (a.s.), ve iman edenler dışında Semud kavmi şiddetli bir gök gürültüsüyle helak edildiler.

 “Andolsun biz, “Allah’a kulluk edin” diye (uyarması için) Semûd kavmine, kardeşleri Salih’i peygamber olarak göndermiştik. Bir de ne görsün, onlar birbiriyle çekişen iki grup olmuşlar.” (Neml, 27/45).

“Semûd kavmi, azgınlığı sebebiyle yalanladı Hani onların en bedbaht olanı (fesat çıkarmak için) ileri atılmıştı. Allah’ın Resülü de onlara şöyle demişti: “Allah’ın devesini ve onun su içme hakkını koruyun. Fakat onlar, onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onları” helak etti ve kendilerini yerle bir etti.”  (Şems, 91/13-14).

LUT KAVMİ

Lut (a.s.), Filistin muhitinde bulunan Sedom kavmine peygamber gönderilmiştir. Bu kavim, hak yoldan sapmış, inkâr ve isyana dalmış bir kavimdi. Kadınları bırakıp erkeklere yönelmişler, homoseksüellik yapmaya başlamışlardı. Lut  (a.s.) kavmini doğru yola davet etti. Kendilerine yapılan daveti kabul etmemeleri üzerine helake edildiler.

 "Elçiler ona, 'korkma, üzülme, biz seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O geride kalıp helak edilenlerden olacaktır.' Şüphesiz biz, bu memleket halkı üzerine, fasıklık ettiklerinden dolayı gökten bir azap indireceğiz  (Ankebut, 29/33,34).

"Lût’u da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani o kavmine şöyle demişti: 'Göz göre göre o çirkin işi mi yapıyorsunuz?. Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmez bir toplumsunuz” (Neml 27/ 54, 55

“Biz Lût’a da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapan memleketten kurtardık. Gerçekten onlar kötü bir toplum idiler, fasık (Allah’ın emrinden çıkan kimseler) idiler” (Enbiya ,21/74).

FİRAVUN VE ONA TABİ OLANLAR

Kur'ân-ı Kerim’de helak edildiği bildirilen bir başka kavim de Firavun ve ona tabi olanlardır. Eski Mısır krallarına verilen genel bir isim olan Firavunlar İsrail oğullarını esir gibi ağır ve meşakkatli işlerde çalıştırmışlardır. Bir yanda firavunların diğer yanda Mısır’ın yerlisi putperest Kıptilerin kendilerine yükledikleri ağır işlerden bıkan İsrail oğulları eski ata yurtları Kenan diyarına gitmek istiyorlardı. Ancak Firavundan kurtulup bir türlü buna nail olamıyorlardı. Firavun’a bir kahin, İsrail oğullarından bir çocuğun doğarak saltanatını yıkacağını söyleyince, Firavun, İsrail oğullarından doğan erkek çocuklarını öldürmeye başlamış, böyle bir zamanda Musa (a.s.) dünyaya gelmişti. Kur'ân’a göre Musa (a.s), mucizevi şekilde Firavun’un elinden kurtulmuş hatta onun sarayında annesinin kucağında büyümüş, Firavunu ve Kıptileri tevhit inancına çağırmış, ancak imana gelmeyen Firavun ilahlık taslamış, neticede  askerleriyle birlikte denizde helak edilmiştir.

“İman eden bir kavm için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek olarak anlatacağız” Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o bozgunculardandı” (Kasas,28/3-4).

 “Bunun üzerine Mûsâ’ya, 'asan ile denize vur' diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi. Ötekileri de oraya yaklaştırdık. Mûsâ’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık. Sonra ötekileri suda boğduk”  (Şuara 26/63,66)

ْFiravun ve ona uyanlar isyanları ve diğer günahları sebebiyle denizde boğularak helak edilirken; İman ettim, Allah’tan başka ilah yoktur , ben de müslümanım diyerek iman etmek istemiş ancak bu, yeis anında artık yaşama imkanı kalmayıp azabı gördükten sonra olduğu için kabul olmamıştır;

 “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım” dedi. Şimdi mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun"  (Yunus ,10/90-91).

 Örneklerini vermeye çalıştığımız bu kavimlerin dışında nice kavimler helak olmuştur. Bunların helak edilmelerinde ana sebep ise zulmetmeleri olmuştur.

"Halkı zulmetmekteyken helak ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır ( Hac, 22/45) Allah'ı, peygamberlerini ve âyetleri inkâr, Allah'a ortaklar koşma, isyan ve zulüm helak edilen kavimlerin ortak özellikleridir.    

Her kavim için dünyada belirli bir yaşama süresi vardır. Bu süre geldiği anda geri bırakılmaz ve ertelenmez. Dünya üzerinde yaşamış olan kavimlerin helak edilmeleri, işledikleri şirk, küfür, isyan ve zulüm gibi günahları sebebiyledir. Allah kullarına asla zulmetmez.



Samstag, 7. Februar 2015

ŞEYTAN`A TAPINMA AYİNİ ÇOCUKLARA VE GENÇLERE GÜNÜMÜZDE NASIL YAPTIRILIYOR?





1.Resimde Ebul Hasan el-İsfahani'nin 14. yüzyıl el yazması 'Kitabu'l-Bulhan' adlı İblis'in, şeytanın tasviri. İblisin el hareketlerine dikkat edin.
Günümüzde bu Satanist Hareket çocuklara sinema sektörü üzerinden Spiderman tarafından bilinçli bir şekilde yaptırılmaktadır ve böylelikle çocukların yanlarına gözle görülmeyen Şeytani İfritler ve Şeytani Cinlerin kolayca gelmesi sağlanmaktadır ve böylelikle Hollywood aracılığı ile Satanizm çocuklara küçük yaşta aşılanmaktadır.
Ayni şekilde Satanist ayinlerde kullanılan bu hareket Gençlerede bilinçli bir şekilde Rock Müziği üzerinden yaptırılmaktadır. Böylelikle gençlerin yanlarına Şeytanın Cinleri ve İfritleri kolayca sokulabilmektedirler.
Aslında Türkiye`de Satanizim ile mücadele birimi kurulmalıdır ve bu konuda önleyici tedbir alınmalıdır çünkü maalesef halkımızın ve gençlerimizin büyük bir kesimi bu gerçeklerden habersiz yaşamaktadırlar.
Bu konuların daha geniş detayını değerli Hocam Hakan Yılmaz Çebi ile birlikte üzerinde çalışmış olduğumuz ve yakında piyasaya çıkacak olan İLLUMİNATİ & LİDERLERİN GİZLİ BEDEN DİLİ kitabımızda bulabilirsiniz.

Selam ve dua ile

Önder Demir