Şems-i Tebrîzî 40 Kural ve Sözleri

Önder Demir
Şems-i Tebrîzî
Şems-i Tebrîzî (1185 - 1247) mutasavvıf. Asıl ismi Mevlânâ Muhammed'dir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan sohbet şeyhi ve çok kuvvetli bir din âlimidir.
€9,99 Softcover

Donnerstag, 21. März 2013

TASAVVUF İÇİNDE MARİFET




Bismillahirrahmanirrahim 

TASAVVUF İÇİNDE MARİFET 


Tasavvuf , Şeriat ve Tarikatı temel ve zemin alarak ; Marifet ve Hakikatı üstüne bina kılan, diğer bir değişle ; Şeriatı, Tarikatı, Marifeti ve Hakikatı bir araya toplama - cem etmedir. 

Tasavvuf , Allah’ı bilme sanatıdır. 
Tasavvuf, İslam’ın özüdür. İslam şeriatının batınıdır-gizlisidir. Tam ve olgun Müslüman olmanın yoludur. Bu anlamda yaşanan bir " Hal’ dir". Edebiyat ve söz yani "Kal" değildir. 
Tasavvuf, hallerini anlatmaktan maksat bu yolun yolcusunu , Allah’a ve Resulüne yaklaştırmaktır. 
Tasavvufu "masal " diye okunan için masaldır. Tasavvufu yaşayanlar için eşi bulunmaz bir hazinedir.Tasavvufa inanmayanların , Marifeti Yaşamayanların halini ; Hz. Musa .(a.s.) , Firavun ve Mısır halkı , aynı anda Nil Nehrine baktıklarında ;" Nil Nehri kıptiye kan ve irin göründü, Musa Aleyhisselama ise saf- berrak su. "Haydi çöz bakalım... 
Biz bu sofraya gelenleri doyurmağa bakalım... Gayret bizden yardım Allah’tan... 
Müslümanlık 3 basamaktır: Birinci basamak İslam , ikincisi İman , üçüncüsü ise İhsandır. “ İhsan " Allah’ı görür gibi ibadet etmektir. 
İşte Tasavvufun amacı , Mümini Allah’ı görür gibi ibadet yapan bir insan haline getirmektir... 
İhsanın sonucunda "İhlas" gerçekleşir.Öyle bir İhlas ki; sürekli ve asla kaybolmayacak olan İhlas... Yani kendiliğinden gelen ve gitmeyen bir mutlak "Samimiyet Hali." 

Bu yolda ilerleyen Müslüman " taklidi imandan" , " gerçek imana " ulaşır. 

Daha önce öğrendiği bilgilere (Şeriat), öğrendiği bilgilerle ibadet etmesi (Tarikat), halinden "Keşif ve müşahade (görme) ile kuvvetlenmiş imana yükselir... Yani Marifete geçer.. 

Tasavvuf , yani Allah’a ulaşma yolculuğundan maksat "İhlas Makamına" varmaktır. İhlas ise Şeriatın, yani ibadet etmeye yarayan bilgilerin ; 3 kısmından biridir... İlim , amel ve ihlas... Yani şeriatı , dosdoğru - samimiyetle ; öğrenme ve öğrendiklerini samimi olarak yapmaktır.. 

Tasavvuf , Allah’a giden yolda ; yolcuyu Allah’ına ulaştırma yoludur. 
Tasavvufun yolunun ana kaynağı " Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerdir." 
Tasavvufun kelime yani " KAL" Halini bu kadar açıkladıktan sonra , Tasavvuf Evine girelim... 

Hamd Alemlerin Rabbi olan , biricik Allah’ımıza ; salat ve selam ise Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Efendimize ve akrabalarına ve ashabına ve Peygamberimizin gösterdiği yol üstünde yürüyen Evliyalarına olsun... Taaa Ezelden - Kıyamete kadar... Amin... 


Tasavvuf yolunun ilk adımı SEVGİ’dir... 

Allah’a ulaşma yolunu , bu yolun büyüklerini ve yolcularını sevmektir. Başta Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’i ; O’nun eş-çocuk ve soyunu ; ashabını (arkadaşlarını),Halifelerini ayırım yapmadan, samimi olarak sevmekle başlar... Daha sonraları bizi , Dinimiz İslam’ı sevdirenleri ; dinimizi samimi olarak yaşayanları, evliyaları, arifleri, şehitleri sevmekle devam eder ve bu sevgi kıyamete kadar , sürer- gider... 
Bütün sevgilier , Bir olan , eşi ve benzeri olmayan ; sevilmeye en çok layık olan Allah’ımızı sevmemizi sağlarlar. 

Bugüne kadar, bizleri hep ; yarınki büyük hesap gününün "korkunçluğundan" sırat köprüsünün kıldan ince - kılıçtan keskinliğinden , bahsederek büyüttüler... Hiç , Rabbimizin ; Rahim ve Er Rahim (Merhametli ve merhametlilerin en merhametlisi ), Tevvab ( Tevbeleri kabul eden), Afüv (Affeden) , Zül Celal vel İkram (En büyük ikram sahibi) ve daha nice güzel isimlerin sahibi olduğunu ; bu güzel isimleri sebebiyle hem bu ölümlü dünyada , hem de yarınki ahiret gününde kullarına yardım edeceğini bizlere öğretmediler ki... Bizlere Allah ve Resulünü sevmeği öğretmediler ki... Sevgisiz ve korku dolu bir yarın sundular... 

Rabbimizin kafirlere uygulayacağını , müslümanlara sundular. Bu yüzden sevmeği değil , korkmayı öğrendik... Hep yüce Dinimizin, Allah’a ulaşma yolunda - uçma yolunda biz kulları hep tek kanatla bıraktılar ; ikinci bir kanadımız olduğunu ve bununda adının "Sevgi" olduğunu öğretmediler; bildirmediler. Rabbime sığınarak derim ki ; bakalım biliyormuydular ? Biz kulları tek ayakla , koşmaya ; tek kanatlı kuşlar gibi uçmaya saldılar... Tek ayakla koşulmaz , tek kanatla uçulmaz... Bunu bilemediler. 
Ne zaman " Marifet’te Yol almağa" başladım, Rabbimi - Resulümü ve Dinimi tanıdım ; tanıdıkça sevdim ve sevdikçe daha çok bilmeğe başladım ,işte o zaman Ruhum ve dolayısıyla aklım ve bedenim isyandan , korkudan uzaklaştı ve huzur buldu... 
Dilediler ki , bu satırları okuyan kardeşlerim de korku denizinden , ümit ve bağışlanma denizinde "huzur" bulsunlar. Sevgi dolu iki dünya yaşasınlar. 
Bakın , Rabbimiz bir Ayetinde ne buyuruyor : 
" Onlar korkmayacaklar ve mahzun da olmayacaklar". 
Rabbimiz sevdiği ( Doğru yolda olan ) bir kuluna niye zulüm etsin? 
Peygamberimiz ne buyuruyor : 
" Kolaylaştırın , zorlaştırmayın ; sevdirin korkutmayın..." 

Ne geldi ise başımıza "cehaletten doğan sevgisizlikten " geldi... 


İslam’ın , ana temeli "Sevgi"dir. Sevgisiz ibadet olmaz... Bu sevgiyi yakalayan Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre ve daha nicelerinin hala gönüllerde yaşadığını düşünmez misin hiç.. 


Peki bir de bu günlere bir bakalım... Bizler toplum olarak , niye sevgisizlik denizinde , çırpınıp durmaktayız ? Neler kaybettik ve hala kaybetmekteyiz... Ne zaman Resulallah’ın ahlakı ile ahlaklanmaya başlayacağız? 


Yunus Emre ne diyor: 

" Elif okuduk ötürü - Pazar eyledik götürü 
Yaradılanı severiz , Yaradan’dan ötürü"... 
Seviyorum demekle sevdiğini , sevmiş olamazsın... Sevdiğini göstermek - ispat etmek zorundasın... Yani bu konuda amelin - çalışman olmalı... 

Kehf Suresi -28. Ayette, Rabbimiz : 

" Rablarına sabah , akşam dua eden ve O’na kavuşmak isteyenlerle birlikte Ey inananlar , Allah’ı çok zikredin... 
Al-i İmran Suresi- 191. Ayet: 
" Onlar ayakta, oturarak ve yanlarına yattıklarında Allah’ı zikrederler." 
Rad Suresi- 28. Ayet: 
" Bilin ki , kalpler Allah’ı zikir ile yumuşar..." buyuruyor. 

Tasavvufun , hayatta uygulanmasında ana unsur "Zikir"dir... 

Zikir, Allah’ı anma demektir. Zikir olmadan, Allah’a giden yolda yaya yürümüş olursun ve bir gün mutlaka gücün - kuvvetin tükenir; yolda kalırsın... 

Akıl ile incelemekle ve çok düşünmekle kalp yumuşamaya kavuşmaz..."(İmam Rabbani - Mektubat 1. Cilt- 92. Mektup) 


Zikirin nasıl yapılması gerektiğini daha önceki yazımda yazmış ve açıklamıştım. Burada kısaca yazayım: 


Abdestli olunacak ve sessiz olarak; 

Önce 1 besmele çekilecek ve 100 veya 70 kere " Tevbe Estağfurulah " 
söylenecek; 
Besmelesiz olarak istediğin kadar "Salat-ı Şerife" okunacak; 
Salat-ı Şerifenin ardından Besmele ile 3 İhlas ve 1 Fatiha okunup, Peygamberimiz (s.a.v. ) Efendimize, akraba ve arkadaşlarına , Salih kullara hediye edilecek, 
Daha sonra 1 besmele ile, söyleyebildiğin kadar ; " La İlahe İllallah " yani tevhidi söyleceksin... 
Tevhidi bitirdikten sonra küçük hatim dediğimiz 3 ihlas ve 1 Fatiha okunmaz... 
Bu kadar mı ? Evet , bu kadar... 

Unutmayalım ki ; ibadetin az ama devamlı olanı makbuldur.. Anla... 


" İnsan büyük bir şeydir. İçinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki ; insan içindeki ( verilen ) İLMİ Okuyabilsin. Şimdi bak , karanlıklar ve perdeler kalksa insan , neler neler öğrenmez ve bilmez ve kendiliğinden ne türlü bilgiler ortaya çıkarmaz." ( Fİ Hİ MAFİH - MEVLANA )... 



Sevgili Peygamberimiz , Mekke’ye girerken , ashabına "Küçük cihaddan , büyük cihada gidiyoruz ." deyince ; daha kılıçlarındaki kanları kurumayan savaşçılar , şaşırmışlar... 

Büyük , savaşın nefsimizle olduğunu açıklamıştır, Yüce Peygamberimiz... 
Dünyada hiç bir savaş bir ömür boyu sürmez... Birgün mutlaka biter, ama nefsimizle olan savaş bizler yaşadığımız sürece sürecektir... 
İşte , nefs ile savaşa bu yüzden büyük cihad- büyük savaş denmiştir... Ve yaratılan her insan bu dünyaya bir bakıma nefsiyle savaşmaya gelmiştir... Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de , toplam 250 Ayette Zikirden bahsetmekte. Diğer bir deyişle, her 24 ayetin biri Zikirden bahsetmektedir... 
Zikrin bu kadar önemli olmasının sebebi , Nefsi yenmede en etkili mücadele silahı olmasındadır... 

Nefs ayrıca içimizdeki bir mahlukattır , yani yaratılmıştır. Bizi, her an ve her yerde Allah’ımızın emirlerini yapmamaya ; günah olanları da yapmaya ve bunları - kötülükleri güzel göstermeye ve kötülüklerden zevk almaya çağırır... Çağırma ne kelime emreder, adeta... 

Diğer taraftan Yüce ve bir olan - eşi ve benzeri olmayan Allah’ımız ; Kur’an ve Resulü ile bizleri nefsimizi yenmeğe çağırmaktadır... 
Kararını ver ; seni cehenneme götürecek nefsine mi uyacaksın ? 
Yoksa , Rabbine mi uyacaksın... 

Bir düşün , ömrün bu güne kadar ne zorluklar ve ne günahlarla geldi ve geçiyor... Daha ne kadar , nefsinin sana efendi olmasına izin vereceksin ? Sen nefsine efendi - emreden olsana... Bu yazılanlar sana yetmedi mi ? 

Peki devam edelim... 
Nefs, beyine hakim olmak suretiyle, insana hakim olmak ve aşağılık tabiatının gerektirdiklerini yaptırmak ister. Kul , nefsine uyunca da , insanlık vasıflarını kaybederek, hayvandan daha aşağı hale gelir ve bunun sonucunda da , yarın ahirette de Cehennemin de aşağılarına yuvarlanır...

Nefse uydukça kalp sertleşir - katılaşır ve mühürlenir... Böyle olmaktan Allah ’a sığınırız... 

Dedik ya nefsi ancak , zikir - devamlı yapılan - her gün yapılan zikir kurtarır... Taştan daha sert ve katı olan ve mühürlü olan - acımasız olan- kalpte her gün yapılan zikirle "Ayette belirtildiği gibi" sertlik gider ve yerine yumuşama gelir...Bunun sonunda , yumuşama - merhametli olma - başlar, sonunda nefs ; pişmanlık duymağa başlar... 
Daha sonrasında , sırasıyla , kötülükten uzaklaşmaya başlar, durulur ve insanda yükselme başlar. Daha sonraları kulda, “manen yükselme” ve bunun neticesinde de "Kader ve Kazaya karşı " razı olma başlar... 
Daha sonrasında , Kul nefsinden razı olmaya başlar ve son oluşum da ise, nefs saf hale gelir... İşte ,arzulanan ve bizden istenen "Nefs" budur... 
Marifetin sonunda hayvani nefs , insani nefse ; eğer “ Hakikat Makamı” da geçilirse, insani nefs ; ruhani nefse dönüşür. İşte melekleri dahi imrendiren nefs ; bu nefstir. 
Tasavvuf ve içindeki Marifet makamı zikirle bize , nefsimizin hangi "hayvan" görümünde olduğunu bire bir mutlaka göstererek ; ne gibi nefsle , daha doğrusu hangi hayvan nefsle mücadele etmen gerektiğini ilk elden gösterir. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz : 
" Nefsini bilen , Rabbini bildi." demektedir.Yani hangi hayvan nefisle mücadele etmen gerektiğini , sen ; kendin- birinci elden bileceksin... O , hayvan kılığında gördüğün senin nefsindir ve nefsin, o hayvanın özelliklerini taşımaktadır... 
Artık düşmanını öğrenmiş ve ne ile mücadele etmen gerektiğini ve nasıl mücadele etmen gerektiğini bildiğine göre; savaşı kazanmaya bak artık... Bu dediklerim hemen olacak şey değil... Nefs ölmez , ama yenilir... 
Senin bir an olsun , dinin emirlerinden uzak olduğunu bildiği anda ; hemen seni günah işlemeğe yönlendirir... Ama her gün zikir edene mutlaka , ama mutlaka mağlup olur... 

Her insan , yaradılışının müsaade ettiği ölçüde nefsini kötülükten alı koyarak , yüceltebilir . Manevi kuvvetini güçlendirerek , yüksek manevi makamlara erebilir... 

Tasavvuf yolunda , nefsin öldürülmesi değil; terbiye edilmesi esastır... 

Tasavvuf , insanı ilim sahibi yapar. Rabbimiz , Kitabımızda " Rabbim , ilmimi arttır " diye , dua etmemiz gerektiğini bildirmektedir. Bu istenilen şekilde her gün dua eden müminin mutlaka ilmi artar. Allah’ını tanıma ve bilmede ilim sahibi olur. Bu da onun daha iyi bir kul olmasını sağlar...Yunus Emre’de bir şiirinde bakın ne diyor.: 

"İlim , ilim bilmektir 
İlim , kendini bilmektir," 
Burada bahsedilen "İlim" Allah’ımızı bilme " ilmidir. O’nun emir ve yasaklarını bilmedir... Bu ilime ulaşmak da ancak, zikirle olur... Yoksa herkesin bildiği Şeriat ilmi ile olmaz. 
Herkesin bildiği ilmin dış yüzüdür. Zikir , iç - gizli yüzünü bildirir. Marifetin başı-sonu zikirdir… 
Yaradan’ın yarattıkları üstündeki hakimiyeti , bir oluşu , gücünün her şeye yettiği ,her türlü isimin üstünde olduğu ,eşi ve benzerinin olmadığı gibi daha neler , neler öğrenir ve öğrenirken yaşarsın... 
Kısaca derim ki, Şeriatın dış ilmiyle bilirsin , iç ilmiyle yaşarsın... 

Bu , ömründe hiç deniz görmemiş, birine denizi anlatmaya ve yüzmesini istemeye benzer. Deriz ki ; gel zikir denizine gir ve yüz...İşte ancak o zaman denizi anlar ve yüzmeden zevk alırsın. 


Nefsini öğrendikten sonra , onunla mücadeleye zikirle devam ettikçe ; bu sefer bu nefs yumuşamaya başlar ve teslim olur... Savaşı bırakır ama , her an senin zayıf anını kollar ve ilk fırsatta seni günaha yönlendirmeye çalışacağını sakın unutma ve her an Rabbinin huzurunda olduğunu da unutma . 

Daha sonraları , teslim olan nefs hapis ; yıllardır hapiste olan "Ruhun" azat olur. İşte, o zaman sende ne harikalar meydana gelir. Gelir ama , hiç birinde senin isteme ve yaptırım gücün yoktur, sana verilenler İlahi hediye yani armağanlardır. 

İşte güzelliklerin başında , sana ; kokular -Cennet Kokuları- verilir, gerçek rüyalarla ne kadar sevildiğini anlarsın... 


Daha sonrasında kalbin konuşmağa başlar... Hiç bilmediğin , Arapça Kur’ an Ayetlerini okuyanla birlikte - kalben söylemeğe- başlarsın... 

Şaşırma ve hayret etme , zaten "Hayret" Makamın başlamış ve sen zikirde olduğun sürece , daha neler yaşayacak , görecek ve bileceksin... 
Bitti mi? Biter mi , daha yeni başladı... 
Daha sonraları yaratılışta içine konan sırrını yine sen kendinden duyacaksın... Sakın kimseye söyleme , yaradılış sırrını... 
Daha sonralarında ise "Sırrının Sırrını da " yine sen “kendin” öğreneceksin... Daha sonrası mı? Yeter , hele sen bunları aş bir kere; sana daha neler neler öğretecekler bir bilsen... Bu dünyadan göçüp , gidinceye kadar ne güzellikler yaşayacaksın... Sana ne göz aydınlıkları verilecek ; bir bilsen ! Keşke yıllar öncesinde zikre başlasaydım diye üzüleceksin, boşa geçen yıllarına üzüleceksin… Üzülme , sen daha yeni “Davet” olunuyorsun… 

İşte " Kal" yani söz , Şeriatın dışı , bu yaşayacakların ise "Hal " yani , Şeriatın içidir... Anla... 

Gel , gerçek kurtuluşa davet olunuyorsun. Son pişmanlığın fayda etmeyeceği ve hiç kimsenin kurtulamayacağı "ölüm gününden " önce nefsini yenmeye davet olunuyorsun " 
Dön Rabbine... Tevbe -istiğfar ile, Salat-ı Şerif ile Resulullah’tan yardım iste ; yücelt O’nu... 
Tevhid ile , namaz ile; Kur’an ile dön Rabbine yarın çok geç olmadan , son pişmanlığın fayda etmeyeceği ölüm anı gelmeden dön Rabbine... Yarın mahşerde utanmayacak mısın ? Rabbinden , Peygamberinden , Kur’an-dan , Evliyalardan, atandan... 
Amacım seni korkutmak değil , sadece hatırlatmak ve bilmediklerini öğrenmen için , yol göstermekten ibarettir... 
Kısaca Tasavvuf , bir yaşama ve düşünce şekli, bir haldir; yaşamadır. 
Marifet ise , gönül hazinesidir ve bu hazine "Aşk" ile ele geçer. Arif olanın bir de Ahirette ki , durumunu ; müjdelerini düşünsenize... 

İşte , Tasavvuf ; İLAHİ ARMAĞANLARA açılan , kapıdır da diyebiliriz... 


En güzel yaradılışta yaratılan , insanları ; Tasavvuf yine en güzel şekilde ; melekleri bile kıskandıracak - geride bırakabilecek , kabiliyette olan insanları; asli yaratılışlarına kavuşturma yoludur da diyebiliriz. Ve , doğru da deriz... 


Tasavvuf - Marifet Yolunda olgunluk kazanmanın olmazsa olmaz şartı , yolcunun yaşayışında , düşüncesinde hep Hz. Muhammed (s.a.v.) örnek alması ve O’nun ahlakı ile ahlaklanmasını sağlamaktır. Bunun böyle olduğunu Kur’an-ı Kerim’de ,Rabbimiz ; Ahzab Suresi - 21 Ayetinde : 

"Muhakkak Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır."buyurmaktadır. 

"Şeriatın sınırından dışarı çıktığı halde, kendisini hala doğru yolda sanırsa; ziyana uğrayan , helak olanlardan olur. Hem sapık , hem de saptırıcı bir kişi olur ; kazananlardan , Allah’a ulaşanlardan olamaz da, şeytanın arkadaşlarından olur ki ; bu apaçık bir hüsranın ta kendisidir." diyor ; Hacı Bektaş-ı Veli... 


"Her müslüman , şeriatın esas ve kurallarına uymak ve onları hayatına uygulamak zorundadır. Bunlar, dini yaşayışın temelleridir. Tasavvuf erbabının kat edebileceği ve sahip olabileceği mertebe , derece , hal ve tavırlar bunlardan sonra başlar ve bu şeriatın üstüne bina edilirler. 

Şeriatı , hayatına uygulamayanı bakın nasıl anlatıyor :
Hace Ahmet Yesevi 

"Allah Taala sözüne 

Resulallah sünnetine
İnanmayan ümmetine ;
Ümmet demez Muhammed...

2- Ümmedim diye yürürsün 

Emrini tutmazsın 
Nasıl ümit tutarsın 
Orda sormaz Muhammed 

Düşün , hem de çok düşün... Tasavvuf insanları , bu ölümlü dünyaya tapmaktan alı koyarak , gerçek İslama yöneltir... Gelecekte de İslam’ın Dirilişinin temelini , mümin kulların ; Allah’ını , Kur’an-ını ve Resulünü tanıma , sevme ve itaat etmeyle olacağını bilmemiz ve bu yolda , önce kendimizi düzeltmemiz gerektiğinin bilinciyle hareket etmek ve kulların doğru yolda, olduğunda da bütün toplumun doğru olacağını asla unutmamız gerekmektedir... 


Doğru yolda - "Sırat al mustakimde- olmanın anlama ve zevkinde olmanın tadına varanlardan eylesin , Rabbimiz bizleri... Amin... 


Bakın size , Tasavvufu yaşayanla , yaşamayanın arasındaki düşünce ve yaşayış farkını anlatan hikaye yazayım. 

" İbrahim b. Ethem , Şakik-i Belhi’ye " Nasılsın ?" diye sorar... Belhi’ de “Bulunca şükrediyoruz, bulamayınca da sabrediyoruz." diye cevap verince... B. Ethem " Onu şehrin itleri de yapıyor. Sen bulunca yoksullara ve açlara dağıt ; bulamayınca şükredersin" diyor... 
Nefsine hakim olmanın ve yardımlaşmanın en güzel hali değil mi? 

Gerçek aşıklar, gafletten uyanan, kendini ve Rabbini bilenler, Allah’a kul ; Peygamber’e ümmet olan , gönül gözleri açık ve ruhları aydın olan kişilerdir. Ancak böyle bir hal içinde olanlar "İbadetin Manevi Zevkine " varabilirler... 


Ahmet Yesevi (Allah O’ndan Razı Olsun) ; 3 türlü ibadet eden vardır : 

1- Köle ibadeti : 
Köle olan bir insan , Hür olma isteğinden başka ne ister. Bu tip ibadet edenler ; sadece ve sadece yarın ki hayatta "Cehennemden azat olma- kurtulmak isterler ve bunu düşünerek , ibadet ederler. 
2- Tüccar İbadeti : 
Tüccar bu dünyada ,sadece kar etmeyi ister . Bu dünyadaki ibadetlerini de yarınki hayatta sadece " Cennette Olma " isteğini kazanmak için yapar... 
3- Aşık İbadeti : 
Aşık , karşılık beklemeden, ibadetini ; Cehennemden kurtulmak veya Cennette kalmak için yapmaz... Allah , onu ister cehenneme koysun, ister cennetine koysun , o sevdiği ile her dem beraber olma isteği ile ibadet eder ve ibadetlerinde mükafat beklemez... 
Çünkü , o aşık bilir ki ; Rabbimizin , Kur’an-ı Kerim’de belirttiği gibi sadece Allah’ını ister... 

Yunus Emre, bakın yine ne diyor : "Cennet cennet dedikleri , Birkaç köşkle, birkaç Huri 

İsteyenlere ver onlari , Bana seni gerek , seni " 

Aşk , Allah’a Yolculuk eden ; Yolcunun en belirgin özelliğidir. Aşkı , aşık olmayana anlatmak mümkün değildir. 

Aşk , insanı zamandan ve mekandan münezzeh olan Hak Katına ulaştırmakta ve böylece aşık da zaman ve mekan kayıtlarından kurtulmuş olmaktadır. 

Sevgili Peygamber’imiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz buyuruyor : 

" Ameller (işler ) niyete göredir." 
İşte aşık olan , yukarıdaki Hadis’e sıkı sıkıya bağlıdır ve yaşayışını buna göre ayarlar ve uygular... Bilir ki , bu dünyada var olan her şey ölümlüdür... Ezeli ve Ebedi olan , yanlız Allah’tır... 
Aşık olan bilir ki ; (Kur’an -ı Kerim’de Rabbimiz Buyurmaktadır) : 
"Biz Allah’a aidiz ve dönüş Allah’adır." 
Bu Ayetleri asla aklından çıkarmaz ve hayatı boyunca bu Ayetlere sıkı sıkıya bağlı kalır. Fakat insanoğlu bu gerçeği unutup , dünya malı ve şehveti peşinde koşar. Oysa mal - mülk gibi , geçici zevkler gibi ömürde biticidir. 

İnsan , ailesinin yaşamı için elbette bu dünya için çalışacak ; helal kazançlar elde edecek ve bu helal kazançlarından da ihtiyaç sahiplerine yardım edecektir… Bu dünyada ihtiyaç sahiplerine yardım etmezse, yarın Rabb’inden nasıl yardım beklemeye yüzü olacaktır ? İşte zekat aslında bunun için çok önemlidir. 

Bu dünyada ne ekti isen , onu hasat edeceksin. 
Bu dünyada yardım eden kulsan , yarın mutlaka yardım ve mükafat göreceksin. Allah ve Resulü böyle buyurmaktadır. İnsan öbür dünyada , bu dünyadaki amellerine göre mükafat ve ceza görecektir. Öyle ise bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve ne ekersek , onu hasat edeceğimizi unutmayalım... 
Rabbimiz olan Allah’ın ve Resulünün istediği olgun mümin olmaya çalışıp ; ölümsüz olana yönelmek ve tevhidin sırrını keşfetmek yolunda sabırla ve devamlılıkla yürümeliyiz... Bu dünyadaki asli görev bu... Yoksa , yiyip - içme ve zevk edinmek , bizim birinci görevlerimiz değildir... Bunu unutma sakın , ne olur anlamak için , çaba göster ve bu dünyadan , ahiretine Rabb’inin istediği gibi , olgun - kemale ermiş bir kul olarak, git... 
Al-i İmran Suresi - 180. Ayette bakın ne diyor , Rabbimiz : 
"Allah’ın kereminden kendilerine verdiklerinden (İnfakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki ; o kendileri için hayırlıdır. Aksine boyunlarına dolandırılacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." 

Yukarıda açıklandığı gibi olmaya başlayan kulda , artık kendi iç dünyasında da önemli değişiklikler olmaya başlar. Bunlar : 

1- Kendisinden sonra çevresindekileri iyiliğe, doğruluğa , güzel ve faydalı işlere çağırmaya başlar. 
2- Toplumun yararına, insanların iyiliğine olan şeyleri çağırmaya ve sonunda bunu emretmeye başlar. 
3- Toplumun zararına olan şeylerden insanları ve toplumu alıkoymak ; insanları bu zararlardan çekip- çevirmeye çalışmaya başlar. Artık bu kulda iyilikler artmış, başkalarını da iyiliğe davet başlamış... İşte istenilen kul ; bu kuldur... 
Gelin biraz " Marifet Denizinde " yüzelim, oradan biraz mücevher çıkaralım: Yetim kime denir ? Öksüz kime denir? sorularına önce dış yüzü ile sonra iç yüzüyle açalım ve Tasavvuf kula vasıtasız neler öğretiyor ? görelim: 
Öksüz : Ana ve babası olmayan ; yetim ise ana veya babasından biri olmayana denir. Evet bu dış yüzü... 
Gelelim içe – kalp de olan bilgiye... Soruyorum : 
"En büyük yetim , en büyük öksüz kim? 
En büyük yetim Allah’tır. Çünkü , O’nun anası ve babası yoktur. Doğmamış ve doğurulmamıştır; İhlas Suresi... 
En büyük öksüz ise Sevgili Peygamberimiz ’dir. Çünkü doğumundan önce babası ölmüştü... Öksüz ve yetimin sıfatlarını bildin artık...Öksüz ve yetimin “kimin gölgesinde” korunduğunu da öğrendin. 
Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.v) bakın neler diyor: 
"Allah katında evlerin en hayırlısı , içinde ikram ve saygı gören yetimin bulunduğu evdir. En kötüsü de, kendisine iyi davranılmayan , itilip-kakılan yetimin bulunduğu evdir." 
"Kim bir yetimin başını okşarsa elinin değdiği saç telleri sayısınca sevap kazanır." 
Bu hadisleri öğrendin, bir de yetim ve öksüz senin evinde değil , başka evde ise ve sen bunlara, maddi-manevi yardımda bulunursan ; aslında kime yardım ettiğini lütfen bir düşün? 

Kaynak: http://www.veyselkarane.com

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen