Şems-i Tebrîzî 40 Kural ve Sözleri

Önder Demir
Şems-i Tebrîzî
Şems-i Tebrîzî (1185 - 1247) mutasavvıf. Asıl ismi Mevlânâ Muhammed'dir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan sohbet şeyhi ve çok kuvvetli bir din âlimidir.
€9,99 Softcover

Donnerstag, 21. März 2013

MARİFET PENCERESİNDEN HADİSLERE BAKIŞ


MARİFET PENCERESİNDEN HADİSLERE BAKIŞ 

Sevgililer Sevgilisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) buyuruyor: 

“Yarın , öleceğini bilsen bile ağaç dik..." 
" Kıyametin koptuğunu görsen bile , elinde yeşil dal varsa dik..." 

Bu hadislerin açılımını herkesin bildiği gibi değil , öğretildiği gibi açalım: 
Kur’an-ı Kerim’de belirtilenen "Duhan Suresinde” , kıyametin oluş halini ve o oluşum halinin çok öncesini , çok dehşetli bir nükleer savaşı anlatmaktadır. 
Marifet Penceresinden kıyamet öncesini açıklayalım. 
Duhan , yani kızıl duman ile ileride atılacak olan "Nükleer Bombadan" , bahsedilmektedir, kopacak olan 3. Dünya savaşında ; insanları yok olmaktan - milyonlarca insanın ölmesini ağaçlar ve ormanların kurtaracağını anlatıyor. 

Hatırlayınız lütfen...1985’de Rusya’da Çernobil Nükleer Santrali patlamış, açığa çıkan radyasyon , yani nükleer bombanın bir değişik etkileri , yani insanları topluca ölüme götürecek olan zehirli gazlar , Allah’ın lutfuyla Karadeniz üzerinden; (Romanya ve Bulgaristan üstünden) Avrupa’nın en yüksek dağı olan Alplere rüzgarlar vasıtası ile , yüksekten sürüklenerek ; Alplerdeki çam ağaçları , bu zehirli gazları emerek, çam ağaçlarının tepeleri ( 75 ve 115 cm. ) kurudu... Ve dünya büyük bir felaketin eşiğinden döndü. Peygamberimiz işte ileride olacak olan , bir nükleer felakete dikkat çekmekte ve ayrıca ağacın önemini de böylelikle anlatmaktadır. 
Yani olacak olan , Nükleer Savaştan korunma yolunun ormanları çoğaltmak olduğunu bize öğretmektedir... Radyasyon denilen ve sadece canlıları yok eden bu zehirli gazlardan kurtulmanın doğal yolunun "ağaçlar - ormanlar olduğunu" öğrendin... 
Hangi ağaç çeşitleri dersen , Kur’an -daki Tin ( İncir) Suresinde belirtilen " İncir , zeytin ve çam ağaçları"dır. İnşallah ileride nasip olursa , Kur’an- ı Kerim’in en zor ; açıklanışı en zor olan 3 Suresinden biri olan, Sure -i Tin’i Allah’ın izniyle açarız ... Sadece size, adı geçen bu 3 ağacın gövdelerinde yaşamalarını sağlayan unsurlara dikkatinizi çekip , bırakayım... 
İncirin bedenindeki su süte , zeytinin bedeninde yağa ve çamın bedeninde ise reçineye dönüşmüş... Diğer , tüm ağaçların bedenlerinde su vardır. Yaradılış hikmeti ile bu ağaçlar Radyasyona meydan okuyor... Anladın mı " Marifette Rabbimiz " neler , neler öğretiyor...


Öğrendin mi ağaç dikmenin ve ormanları korumanın asıl önemini... 
Öğrendin mi ? Resulullah’ın Hadisinin açılışını ? 

“Hudud da , düşman bekleyen gözlerle , Allah için yaşaran gözler Cehennemi görmezler” buyurmaktadır ; Sevgili Peygamberimiz… 

Peygamberimiz sözlerinde kadın – erkek diye ayırmamaktadır. Kızlarımız , eşlerimiz askerlik yapma ile ne dün , ne de bugün sorumlu olmamışlardır. 
O zaman , bu hadisin anlamını daha derinlerde bakacağız. 
O zaman , hududu ve düşmanı bekleyenleri açalım. 
Hudud , ben müslümanım diyen herkesi kaplamalı… Her Müslüman burada nöbet tutmalı… İşte anlatılan hudud ; Kur’an-ın emir ve yasakları ile Resülullah’ın yaşayışı , biz Müslümanların hudududur… Bu hududu kadın - erkek her Müslüman korumalıdır. Bu da Rabb’imizin Kur’an – ı Kerim’de belirttiklerinden , yap dediklerini yapmak ; yapma dediklerini de yapmamaktır. 
Buna uymak için azami gayret sarf etmek ve hep dikkatli olmak zorundayız. Ölünceye kadar , Kur’an-ın emir ve yasaklarını gözetlemek ve iblis ordusunun hayatımıza girişini yasaklamak , zorundayız. Bu her müslümana , en kutsal görevdir. 
Hadisin devamında , ister Allah’ın huzurunda işlediğimiz hata ve günahlardan pişman olma ; pişmanlığımızı Rabb’imize itiraf etmek, bağışlanma için yalvarmak olsun ; ister Rabb’imizin büyüklüğünü , ister yarattıkları üstündeki hakimiyeti olsun ; ister güzel isimlerdeki yüceliği olsun ; ister senin üstündeki lutuf ve cömertliği olsun ;senin buna karşılık hamd edişin olsun, şükrün olsun, ister Allah’a olan sevgin ve aşkının sonucunda “ Allah için ağlamanda” , göz yaşı dökmende öyle büyük sevaplar alısın ki ; bunun sonucunda Sırat Köprüsünü ve cehennemi görmeden geçersin… 
Dikkat ediniz , … cehenneme girmezler demiyor Sevgili Peygamberimiz ; “ görmezler” diyor. Gösterilmeyen yere nasıl girilir ki? 
Allah’ımızı düşünerek , ağladığımızda ; sebep ne olursa olsun , sonuçta Rabb’imiz bize cehennemi bile göstertmeyecek ; bırakın içine girip yanmayı… 
Bir de , Allah’ın koyduğu hudutları her an lanetli iblis orduları , gelecek gibi gözetlediğimizde de cehenneme girmeyi bırakın ; göstertmeyecek Rabb’imiz olan Allah’ımız… 
Böyle cömert , böyle bağışlayıcı olan Yüceler Yücesi Allah , nasıl sevilmez ki ?



Kaynak: http://www.veyselkarane.com

MARİFETTE ABDEST, NAMAZ, ZEKAT, ORUÇ VE HAC NASIL OLUR ?




MARİFETTE ABDEST, NAMAZ, ZEKAT, ORUÇ VE HAC NASIL OLUR ?

Başa dönelim ve zikirde "abdestli olmayı " söylemiştik. Şeriatta , abdest ibadet etmek için hepimizin bildiğidir. Abdest nasıl alınır ve nasıl bozulmuş olur ? bunları herkes biliyor size " marifette abdest" nedir ? bunu yazalım… 

Manevi abdest , kötü işler ve düşük huylarla bozulur. Manevi abdesti bozanlar arasında , büyüklük taslamak, kendini beğenmişlik , gıybet , yalancılık ve buna benzeyen kötü davranışları sayabiliriz. Ayrıca gözün, kulağın , elin , ayağın yaptığı hataları da sayabiliriz... Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz : “Bu gözler zina eder" buyurur... Bu abdestin yenilenmesi ,samimi tevbe ile olur. Pişman olmak, istiğfar eylemek ve kötü olan bütün huyları terk etmekle olur. 
Şeriatın abdestin zamanı belirlidir. Güne-geceye bağlıdır... İç Alemin - Marifetin abdesti ise " ömür boyuncadır". Buradaki ömürden kast edilen istek , dünya ve ahiret ömrüdür; dolayısı ile sonsuzdur. 

Namaza gelelim... 
Şeriattaki namazları uzun uzadıya yazmama gerek yok... 
İzninizle Marifetteki Namazı anlatalım... 
"Kalbin , sonsuz huzurda kalmasını sağlayan namazdır." Ve en önemli namazdır. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz "Namaz , ancak "kalp" huzuru ile olur." buyurmaktadır. 
Şeriat Namazı vakitlere – zamana bağlıdır. Marifetteki namaz sonsuzdur. Ömür boyunca devam eder ve onun mescidi kalpdir. Asıl namaz budur , hakiki kalple - imanla kılınan namazdır. Böyle olan kalp ve ruh farkında (olsak da , olmasak da ) namazla meşguldür. Kalp , ne ölür, ne de uyur. Uykuda ve ayakta o , öylece vazifesine devam eder. Bu namazda kalp 
"Yanlız sana ibadet ederiz , ve yanlız senden yardım dileriz."i (Fatiha Suresinin 4. Ayeti) devamlı olarak yaşar… 
İşte böyle olan kalp , her an Allah ’ın huzurundadır. Kula , kulluğu ortadan kaldırmış, Yaradan’ı ile baş başadır... O’ndan ister ve O’na tam olarak yönelmiş olur... 
İşte o büyük kalp her türlü Kutsal hitaba - seslenişe mahzar olur ve istenilen kul bu kuldur... 

İşte Şeriat Namazı ile Kalp Namazı birleştiğinde gerçek Namaz , yaşanmış olur... Bunun da sevabı çok büyük olur... 
Rabbimiz sizleri ve beni "Hitabları - seslenişleri duyabilen " ve gerçek namazı kılan kullardan eylesin... Amin... 

Gelelim, Marifetteki "Zekat’a"... 

Bu zekat , "Ahiretteki Kazançlardan " verilen Zekattır... Bu zekat ahiret fakirlerine ve ona muhtaç olanlara dağıtılan zekattır. 
İşte ruhu - imanı büyük olanlar , yaptığı iyiliğin sevabını asi kullarına bağışlarlar. Onların bu cömertliği o kadar ileri gider ki ; hiç birinin kendine has varlıkları kalmaz. 
Kur’an - da Rabbimiz ne buyuruyor : 
" Yok mu ,Allah’a borç verecek , Allah (verdiklerini ) katlayarak , geri versin. Hadid Suresi -11 Ayet... 
Yaradılan kular , kimin eseri ? Allah’ın... Öyle olunca verdiğin her iyilik , kullara verilmiş gibi gözükse de , Allah’a dönmeyecek mi ? Allah cömertlikte bu kadar ileriye giden kulunun verdiğini ; zekat eden - sadaka eden kuluna katlayarak çok daha fazlasını vermez mi ? 
Bakın Rabia Sultan (r.a.) nasıl dua edermiş ? : 
" Allah’ım , benim dünyalık nasibimi , nasipsizlere - kafirlere ver. Ahiretten nasibim varsa , onu da mümin kullarına dağıt. Bu dünyada yanlız seni anmayı (zikretmeyi) isterim. Öbür alemde ise, yanlız Seni görmeyi arzularım..." 
Zekatın bir başka manası da , nefsin temizlenmesini sağlamasıdır. Nefis, kötü sıfat ve davranışlardan uzaklaştıkça , temizlenir... Temizlendiğinde ise , zekat manevi değerini -kıymetini bulur. 
Yapılan her iyilik , ne olursa olsun Allah’ın Kullarına "şevkat ile " olmalı ve verildikten sonra , asla başa kakılmamalıdır. Yoksa , sevabı gider... 

Marifette " Oruc’a " gelince... 

Bu , başlı başına zevk denizine girmedir. Sevabının büyüklüğünü ,değerini sadece Rabb’imiz bilir, yaradılmışlar - melekler dahi - bilemezler... Hayatınızda hiç olmazsa bir kere , ama mutlaka yapın... Görecek ve mutlaka bileceksiniz , ne ile "Allah Katında " müjdelendiğinizi... 
Gerekli bilgileri verdikten sonra size İnşallah açacağım... 
Marifetin - Hakikatın Orucu , gece - gündüz , bütün duyguları haram olan şeylerden tamamen korumaktır. Bu oruç ebedidir ; bir ömür boyu sürer...Asıl oruç budur...Yani duygularımızı kötülüğe karşı kaymaktan korumaktır. 
Peki , bu orucun iftarı yok mu ? Var... Elbette var. Ahirette , cennette eşi ve benzeri olmayan nimetleri yemekle ve yaşamakla olacaktır... 
Anladınız değil mi ? Şeriat orucu üstünde Marifet Orucu var... Marifet orucu üstünde ise "Hakikat Orucu " var... Bu ise Kalbimizi , Allah’tan başkasına tapmaktan (mal- mülke tapmaktan) alı koymaktır. En büyük oruç da bu oruçtur... Rabbimiz , hepimizi bu şekilde Oruç Tutan kullarından eylesin... Amin... 
Şimdi sıra size , bir sır vermeye ve bunun sonucunda Allah’ın izniyle sonsuz sevap kazandıracak Orucu ve namazı öğretmeye geldi... 

“2 veya 4 rekat namaz kılın ve sevabını ; namaz kılmamış kullara hediye edin... 
Ömrünüzde , bir gün (Ramazan Ayı dışında ) Oruç Tutun ve sevabını Oruç Tutamayan Kullara " hediye edin". Görün neler olacak... 
Biliyorsunuz ki ; Orucun sevabını Biricik Rabbimiz , kendisi veriyor ; Meleklere bile bırakmıyor : 
"Oruç benim içindir, ecrini - sevabını Ben veririm." demekte... Namaz kılmayan kullar ve oruç tutmayan veya tutamayan kullarına hediye ettiğinde ;Rabbimiz: “Kulum hiç tanımadığı kullarıma ,yarın Ahiret Hayatında ve ceza gününde belki de bağışlanmasına veya cezasının azaltılması için merhamette bulunuyor... Bilmez mi ki , Ben Merhametlilerin en merhametlisiyim... Bir kulumun azaptan kurtulması için çaba gösteren , mücadele eden , kulumun iyiliğini ortada bırakmam... O günahkar kulumu , bu merhametli kulum için bağışladım " demeyeceğini ve bağışlamayacağını kim iddia eder... Edebilme cesaretini kim gösterebilir? 
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin : 
" Mümin kul , kendisi için istediğini ; mümin kardeşi için istemezse tam mümin olamaz." hadisini duymadın mı ? İşte bu hadis bize, için içini yani Hadisin özünü göstermekte... 
Marifet bu ! Hakikat Bu ! 
Bu konuya daha da , açıklık getirmesi için ,Rabb’imizin bir Ayetini de yazmadan geçemeyeceğim. 
"Furkan Suresi -7O Ayet-: 
"İman edip, yarar iş yapan zümre var ya, işte Allah onların kötülüğünü iyiliğe çevirir." 
İşte bu Ayetin açılımına dayanarak ve öğretilene dayanarak , sizleri de bu büyük sevaba ortak olmaya çağırıyoruz. Gelin dem bu demdir... Zaman bu zamandır... Yarın belki de çok geç olmadan gel... Belki benim çağırmama gelmiyorsun , olabilir... O zaman , Mevlana’nın çağrısına gelin... 
" Gel , kim olursan ol, GEL..." mutlaka bu dünyadan gitmeden , çok iyilik yapmağa bak… 

Marifette "Hac : 

Marifette Hac ise " La İlahe İllallah " ile kalbimizde olur. Kalp bu tevhidi söyledikçe , kalp diriliğe kavuşur. Allah , içten - gerçek manada anılmaya başlar... İç alem , safiyetine kavuşuncaya kadar, devam eder... 
Daha sonralarında , Rabb’in sana diğer , zikirlerini verir ve sen bu yolda , en güzel öğretmenlerle yoluna devam edersin... 
Bir gün gelir, Kabe önündedir... Bedenin burada , ruhun Beytullah’ta... Allah, fazlı , keremi ve cömertliği ile bu halleri cümlemize nasip ,etsin... Amin... Daha sonrasında "vecd" ve "sefa" halleri başlar... 
Ne diyelim yaşa ve gör... 

Bu devirde ," Sırat al müstakim " yani , dosdoğru yol üzerinde , yürüyen iyice azaldı. Bu yolun gerçek yolcusu , iki şahitle bilinir. Kur’an ve Hadis. 
Kişi bunlara ne kadar , sıkı sıkıya bağlanırsa , o kadar ; doğrudur... Doğru yoldadır. 
Bu yaşadığımız anlarda , çevremize baktığımızda ; insanlar Sünnetleri şekil olarak , dış görünüş olarak yaşamaktadırlar. 
Kur’an ve Hadisler üzerinde hiç düşünme yapmadan , sadece " şekil " olarak , desinler diye yaşamaktadırlar. Allah ıslah etsin... 
Sünneti şekil olarak değil, inanç olarak, düşünce ve bütün davranışlarda ahlak olarak yaşamalıyız ve yaşatmalıyız... 
Bütün çabamız bu olmalı ki ; Yarın Rabb’imizin huzurunda "Rabb’imiz , (bize) kulum sana şu kadar ömür verdim , mal- mülk verdim... Bana ne getirdin sorusu karşısında mutlaka verecek bir şeyimiz olmalı... 
“Yetimi korudum veya aç kullarını doyurdum , sadaka verdim , kötülüğü men ettim , iyiliği emrettim , nefsim ve imanımın düşmanları ile cihad - mücadele ettim” diyebilmeliyiz… 
Bunlar ve daha nice sevap yolları, seni - beni beklemekte ... 
Haydi kazanmaya çalışalım... 
Hiç birini yapamıyorsan , bir serçeyi doyur bari... 
Yeter ki , yarına eli boş gitme... 

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz buyuruyor : 
" Cimri mümin de olsa Cennet ’e giremez ; cömert , kafir de olsa Cehennem’e girmez." 
Manasını bir düşün , neler öğrenirsin , neler... 
Eğitilmesi, kendisine ve çevresine her manada hizmet edecek seviyeye yüceltilmesi gereken insanları ; küçültücü, onur kırıcı , kin , haset, kibir, riya (yalan), imtikam alma, hırs , bencillik ve bunlar gibi kötü his ve duygulardan arındırarak, kurtarmayı hedeflemeliyiz ve bunu gerçekleştirmek için çaba - emek göstermeliyiz... 
Bu okuduklarınız da bunun bir neticesidir... Bu da , Tasavvufun bir eseridir. 

Allah Yolunun yolcusu , her zaman yapacağı işin sonuna bakmalıdır. Yolcu , Allah’ın önünde diz çöküp , maddi varlığı bir kenara bırakıp, hatalarını itiraf eder ve O’nun feyzine, fazlına , lutfuna, merhametine erer ve günahları erir - yok olur. Çünkü , “O” çok merhametlidir, cömerttir ve kerimdir... 
Zaman “O’nun” , cömertliğinden faydalanma zamanıdır… Zaman , geriye dönüşün olmayacağı ve pişmanlığın fayda etmeyeceği; kimsenin kimseye yardımcı olamayacağı zaman gelmeden , bu dünya yaşamında “ sevgili” olma zamanıdır. Sevgili , her zaman korunur…Hem bu dünyada , hem ahirette… 

Hadislerden bazılarına , Marifet penceresinden baktık ve gördüklerimizi size anlattık.

Kaynak: http://www.veyselkarane.com

TASAVVUF İÇİNDE MARİFET




Bismillahirrahmanirrahim 

TASAVVUF İÇİNDE MARİFET 


Tasavvuf , Şeriat ve Tarikatı temel ve zemin alarak ; Marifet ve Hakikatı üstüne bina kılan, diğer bir değişle ; Şeriatı, Tarikatı, Marifeti ve Hakikatı bir araya toplama - cem etmedir. 

Tasavvuf , Allah’ı bilme sanatıdır. 
Tasavvuf, İslam’ın özüdür. İslam şeriatının batınıdır-gizlisidir. Tam ve olgun Müslüman olmanın yoludur. Bu anlamda yaşanan bir " Hal’ dir". Edebiyat ve söz yani "Kal" değildir. 
Tasavvuf, hallerini anlatmaktan maksat bu yolun yolcusunu , Allah’a ve Resulüne yaklaştırmaktır. 
Tasavvufu "masal " diye okunan için masaldır. Tasavvufu yaşayanlar için eşi bulunmaz bir hazinedir.Tasavvufa inanmayanların , Marifeti Yaşamayanların halini ; Hz. Musa .(a.s.) , Firavun ve Mısır halkı , aynı anda Nil Nehrine baktıklarında ;" Nil Nehri kıptiye kan ve irin göründü, Musa Aleyhisselama ise saf- berrak su. "Haydi çöz bakalım... 
Biz bu sofraya gelenleri doyurmağa bakalım... Gayret bizden yardım Allah’tan... 
Müslümanlık 3 basamaktır: Birinci basamak İslam , ikincisi İman , üçüncüsü ise İhsandır. “ İhsan " Allah’ı görür gibi ibadet etmektir. 
İşte Tasavvufun amacı , Mümini Allah’ı görür gibi ibadet yapan bir insan haline getirmektir... 
İhsanın sonucunda "İhlas" gerçekleşir.Öyle bir İhlas ki; sürekli ve asla kaybolmayacak olan İhlas... Yani kendiliğinden gelen ve gitmeyen bir mutlak "Samimiyet Hali." 

Bu yolda ilerleyen Müslüman " taklidi imandan" , " gerçek imana " ulaşır. 

Daha önce öğrendiği bilgilere (Şeriat), öğrendiği bilgilerle ibadet etmesi (Tarikat), halinden "Keşif ve müşahade (görme) ile kuvvetlenmiş imana yükselir... Yani Marifete geçer.. 

Tasavvuf , yani Allah’a ulaşma yolculuğundan maksat "İhlas Makamına" varmaktır. İhlas ise Şeriatın, yani ibadet etmeye yarayan bilgilerin ; 3 kısmından biridir... İlim , amel ve ihlas... Yani şeriatı , dosdoğru - samimiyetle ; öğrenme ve öğrendiklerini samimi olarak yapmaktır.. 

Tasavvuf , Allah’a giden yolda ; yolcuyu Allah’ına ulaştırma yoludur. 
Tasavvufun yolunun ana kaynağı " Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerdir." 
Tasavvufun kelime yani " KAL" Halini bu kadar açıkladıktan sonra , Tasavvuf Evine girelim... 

Hamd Alemlerin Rabbi olan , biricik Allah’ımıza ; salat ve selam ise Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Efendimize ve akrabalarına ve ashabına ve Peygamberimizin gösterdiği yol üstünde yürüyen Evliyalarına olsun... Taaa Ezelden - Kıyamete kadar... Amin... 


Tasavvuf yolunun ilk adımı SEVGİ’dir... 

Allah’a ulaşma yolunu , bu yolun büyüklerini ve yolcularını sevmektir. Başta Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’i ; O’nun eş-çocuk ve soyunu ; ashabını (arkadaşlarını),Halifelerini ayırım yapmadan, samimi olarak sevmekle başlar... Daha sonraları bizi , Dinimiz İslam’ı sevdirenleri ; dinimizi samimi olarak yaşayanları, evliyaları, arifleri, şehitleri sevmekle devam eder ve bu sevgi kıyamete kadar , sürer- gider... 
Bütün sevgilier , Bir olan , eşi ve benzeri olmayan ; sevilmeye en çok layık olan Allah’ımızı sevmemizi sağlarlar. 

Bugüne kadar, bizleri hep ; yarınki büyük hesap gününün "korkunçluğundan" sırat köprüsünün kıldan ince - kılıçtan keskinliğinden , bahsederek büyüttüler... Hiç , Rabbimizin ; Rahim ve Er Rahim (Merhametli ve merhametlilerin en merhametlisi ), Tevvab ( Tevbeleri kabul eden), Afüv (Affeden) , Zül Celal vel İkram (En büyük ikram sahibi) ve daha nice güzel isimlerin sahibi olduğunu ; bu güzel isimleri sebebiyle hem bu ölümlü dünyada , hem de yarınki ahiret gününde kullarına yardım edeceğini bizlere öğretmediler ki... Bizlere Allah ve Resulünü sevmeği öğretmediler ki... Sevgisiz ve korku dolu bir yarın sundular... 

Rabbimizin kafirlere uygulayacağını , müslümanlara sundular. Bu yüzden sevmeği değil , korkmayı öğrendik... Hep yüce Dinimizin, Allah’a ulaşma yolunda - uçma yolunda biz kulları hep tek kanatla bıraktılar ; ikinci bir kanadımız olduğunu ve bununda adının "Sevgi" olduğunu öğretmediler; bildirmediler. Rabbime sığınarak derim ki ; bakalım biliyormuydular ? Biz kulları tek ayakla , koşmaya ; tek kanatlı kuşlar gibi uçmaya saldılar... Tek ayakla koşulmaz , tek kanatla uçulmaz... Bunu bilemediler. 
Ne zaman " Marifet’te Yol almağa" başladım, Rabbimi - Resulümü ve Dinimi tanıdım ; tanıdıkça sevdim ve sevdikçe daha çok bilmeğe başladım ,işte o zaman Ruhum ve dolayısıyla aklım ve bedenim isyandan , korkudan uzaklaştı ve huzur buldu... 
Dilediler ki , bu satırları okuyan kardeşlerim de korku denizinden , ümit ve bağışlanma denizinde "huzur" bulsunlar. Sevgi dolu iki dünya yaşasınlar. 
Bakın , Rabbimiz bir Ayetinde ne buyuruyor : 
" Onlar korkmayacaklar ve mahzun da olmayacaklar". 
Rabbimiz sevdiği ( Doğru yolda olan ) bir kuluna niye zulüm etsin? 
Peygamberimiz ne buyuruyor : 
" Kolaylaştırın , zorlaştırmayın ; sevdirin korkutmayın..." 

Ne geldi ise başımıza "cehaletten doğan sevgisizlikten " geldi... 


İslam’ın , ana temeli "Sevgi"dir. Sevgisiz ibadet olmaz... Bu sevgiyi yakalayan Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre ve daha nicelerinin hala gönüllerde yaşadığını düşünmez misin hiç.. 


Peki bir de bu günlere bir bakalım... Bizler toplum olarak , niye sevgisizlik denizinde , çırpınıp durmaktayız ? Neler kaybettik ve hala kaybetmekteyiz... Ne zaman Resulallah’ın ahlakı ile ahlaklanmaya başlayacağız? 


Yunus Emre ne diyor: 

" Elif okuduk ötürü - Pazar eyledik götürü 
Yaradılanı severiz , Yaradan’dan ötürü"... 
Seviyorum demekle sevdiğini , sevmiş olamazsın... Sevdiğini göstermek - ispat etmek zorundasın... Yani bu konuda amelin - çalışman olmalı... 

Kehf Suresi -28. Ayette, Rabbimiz : 

" Rablarına sabah , akşam dua eden ve O’na kavuşmak isteyenlerle birlikte Ey inananlar , Allah’ı çok zikredin... 
Al-i İmran Suresi- 191. Ayet: 
" Onlar ayakta, oturarak ve yanlarına yattıklarında Allah’ı zikrederler." 
Rad Suresi- 28. Ayet: 
" Bilin ki , kalpler Allah’ı zikir ile yumuşar..." buyuruyor. 

Tasavvufun , hayatta uygulanmasında ana unsur "Zikir"dir... 

Zikir, Allah’ı anma demektir. Zikir olmadan, Allah’a giden yolda yaya yürümüş olursun ve bir gün mutlaka gücün - kuvvetin tükenir; yolda kalırsın... 

Akıl ile incelemekle ve çok düşünmekle kalp yumuşamaya kavuşmaz..."(İmam Rabbani - Mektubat 1. Cilt- 92. Mektup) 


Zikirin nasıl yapılması gerektiğini daha önceki yazımda yazmış ve açıklamıştım. Burada kısaca yazayım: 


Abdestli olunacak ve sessiz olarak; 

Önce 1 besmele çekilecek ve 100 veya 70 kere " Tevbe Estağfurulah " 
söylenecek; 
Besmelesiz olarak istediğin kadar "Salat-ı Şerife" okunacak; 
Salat-ı Şerifenin ardından Besmele ile 3 İhlas ve 1 Fatiha okunup, Peygamberimiz (s.a.v. ) Efendimize, akraba ve arkadaşlarına , Salih kullara hediye edilecek, 
Daha sonra 1 besmele ile, söyleyebildiğin kadar ; " La İlahe İllallah " yani tevhidi söyleceksin... 
Tevhidi bitirdikten sonra küçük hatim dediğimiz 3 ihlas ve 1 Fatiha okunmaz... 
Bu kadar mı ? Evet , bu kadar... 

Unutmayalım ki ; ibadetin az ama devamlı olanı makbuldur.. Anla... 


" İnsan büyük bir şeydir. İçinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki ; insan içindeki ( verilen ) İLMİ Okuyabilsin. Şimdi bak , karanlıklar ve perdeler kalksa insan , neler neler öğrenmez ve bilmez ve kendiliğinden ne türlü bilgiler ortaya çıkarmaz." ( Fİ Hİ MAFİH - MEVLANA )... 



Sevgili Peygamberimiz , Mekke’ye girerken , ashabına "Küçük cihaddan , büyük cihada gidiyoruz ." deyince ; daha kılıçlarındaki kanları kurumayan savaşçılar , şaşırmışlar... 

Büyük , savaşın nefsimizle olduğunu açıklamıştır, Yüce Peygamberimiz... 
Dünyada hiç bir savaş bir ömür boyu sürmez... Birgün mutlaka biter, ama nefsimizle olan savaş bizler yaşadığımız sürece sürecektir... 
İşte , nefs ile savaşa bu yüzden büyük cihad- büyük savaş denmiştir... Ve yaratılan her insan bu dünyaya bir bakıma nefsiyle savaşmaya gelmiştir... Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de , toplam 250 Ayette Zikirden bahsetmekte. Diğer bir deyişle, her 24 ayetin biri Zikirden bahsetmektedir... 
Zikrin bu kadar önemli olmasının sebebi , Nefsi yenmede en etkili mücadele silahı olmasındadır... 

Nefs ayrıca içimizdeki bir mahlukattır , yani yaratılmıştır. Bizi, her an ve her yerde Allah’ımızın emirlerini yapmamaya ; günah olanları da yapmaya ve bunları - kötülükleri güzel göstermeye ve kötülüklerden zevk almaya çağırır... Çağırma ne kelime emreder, adeta... 

Diğer taraftan Yüce ve bir olan - eşi ve benzeri olmayan Allah’ımız ; Kur’an ve Resulü ile bizleri nefsimizi yenmeğe çağırmaktadır... 
Kararını ver ; seni cehenneme götürecek nefsine mi uyacaksın ? 
Yoksa , Rabbine mi uyacaksın... 

Bir düşün , ömrün bu güne kadar ne zorluklar ve ne günahlarla geldi ve geçiyor... Daha ne kadar , nefsinin sana efendi olmasına izin vereceksin ? Sen nefsine efendi - emreden olsana... Bu yazılanlar sana yetmedi mi ? 

Peki devam edelim... 
Nefs, beyine hakim olmak suretiyle, insana hakim olmak ve aşağılık tabiatının gerektirdiklerini yaptırmak ister. Kul , nefsine uyunca da , insanlık vasıflarını kaybederek, hayvandan daha aşağı hale gelir ve bunun sonucunda da , yarın ahirette de Cehennemin de aşağılarına yuvarlanır...

Nefse uydukça kalp sertleşir - katılaşır ve mühürlenir... Böyle olmaktan Allah ’a sığınırız... 

Dedik ya nefsi ancak , zikir - devamlı yapılan - her gün yapılan zikir kurtarır... Taştan daha sert ve katı olan ve mühürlü olan - acımasız olan- kalpte her gün yapılan zikirle "Ayette belirtildiği gibi" sertlik gider ve yerine yumuşama gelir...Bunun sonunda , yumuşama - merhametli olma - başlar, sonunda nefs ; pişmanlık duymağa başlar... 
Daha sonrasında , sırasıyla , kötülükten uzaklaşmaya başlar, durulur ve insanda yükselme başlar. Daha sonraları kulda, “manen yükselme” ve bunun neticesinde de "Kader ve Kazaya karşı " razı olma başlar... 
Daha sonrasında , Kul nefsinden razı olmaya başlar ve son oluşum da ise, nefs saf hale gelir... İşte ,arzulanan ve bizden istenen "Nefs" budur... 
Marifetin sonunda hayvani nefs , insani nefse ; eğer “ Hakikat Makamı” da geçilirse, insani nefs ; ruhani nefse dönüşür. İşte melekleri dahi imrendiren nefs ; bu nefstir. 
Tasavvuf ve içindeki Marifet makamı zikirle bize , nefsimizin hangi "hayvan" görümünde olduğunu bire bir mutlaka göstererek ; ne gibi nefsle , daha doğrusu hangi hayvan nefsle mücadele etmen gerektiğini ilk elden gösterir. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz : 
" Nefsini bilen , Rabbini bildi." demektedir.Yani hangi hayvan nefisle mücadele etmen gerektiğini , sen ; kendin- birinci elden bileceksin... O , hayvan kılığında gördüğün senin nefsindir ve nefsin, o hayvanın özelliklerini taşımaktadır... 
Artık düşmanını öğrenmiş ve ne ile mücadele etmen gerektiğini ve nasıl mücadele etmen gerektiğini bildiğine göre; savaşı kazanmaya bak artık... Bu dediklerim hemen olacak şey değil... Nefs ölmez , ama yenilir... 
Senin bir an olsun , dinin emirlerinden uzak olduğunu bildiği anda ; hemen seni günah işlemeğe yönlendirir... Ama her gün zikir edene mutlaka , ama mutlaka mağlup olur... 

Her insan , yaradılışının müsaade ettiği ölçüde nefsini kötülükten alı koyarak , yüceltebilir . Manevi kuvvetini güçlendirerek , yüksek manevi makamlara erebilir... 

Tasavvuf yolunda , nefsin öldürülmesi değil; terbiye edilmesi esastır... 

Tasavvuf , insanı ilim sahibi yapar. Rabbimiz , Kitabımızda " Rabbim , ilmimi arttır " diye , dua etmemiz gerektiğini bildirmektedir. Bu istenilen şekilde her gün dua eden müminin mutlaka ilmi artar. Allah’ını tanıma ve bilmede ilim sahibi olur. Bu da onun daha iyi bir kul olmasını sağlar...Yunus Emre’de bir şiirinde bakın ne diyor.: 

"İlim , ilim bilmektir 
İlim , kendini bilmektir," 
Burada bahsedilen "İlim" Allah’ımızı bilme " ilmidir. O’nun emir ve yasaklarını bilmedir... Bu ilime ulaşmak da ancak, zikirle olur... Yoksa herkesin bildiği Şeriat ilmi ile olmaz. 
Herkesin bildiği ilmin dış yüzüdür. Zikir , iç - gizli yüzünü bildirir. Marifetin başı-sonu zikirdir… 
Yaradan’ın yarattıkları üstündeki hakimiyeti , bir oluşu , gücünün her şeye yettiği ,her türlü isimin üstünde olduğu ,eşi ve benzerinin olmadığı gibi daha neler , neler öğrenir ve öğrenirken yaşarsın... 
Kısaca derim ki, Şeriatın dış ilmiyle bilirsin , iç ilmiyle yaşarsın... 

Bu , ömründe hiç deniz görmemiş, birine denizi anlatmaya ve yüzmesini istemeye benzer. Deriz ki ; gel zikir denizine gir ve yüz...İşte ancak o zaman denizi anlar ve yüzmeden zevk alırsın. 


Nefsini öğrendikten sonra , onunla mücadeleye zikirle devam ettikçe ; bu sefer bu nefs yumuşamaya başlar ve teslim olur... Savaşı bırakır ama , her an senin zayıf anını kollar ve ilk fırsatta seni günaha yönlendirmeye çalışacağını sakın unutma ve her an Rabbinin huzurunda olduğunu da unutma . 

Daha sonraları , teslim olan nefs hapis ; yıllardır hapiste olan "Ruhun" azat olur. İşte, o zaman sende ne harikalar meydana gelir. Gelir ama , hiç birinde senin isteme ve yaptırım gücün yoktur, sana verilenler İlahi hediye yani armağanlardır. 

İşte güzelliklerin başında , sana ; kokular -Cennet Kokuları- verilir, gerçek rüyalarla ne kadar sevildiğini anlarsın... 


Daha sonrasında kalbin konuşmağa başlar... Hiç bilmediğin , Arapça Kur’ an Ayetlerini okuyanla birlikte - kalben söylemeğe- başlarsın... 

Şaşırma ve hayret etme , zaten "Hayret" Makamın başlamış ve sen zikirde olduğun sürece , daha neler yaşayacak , görecek ve bileceksin... 
Bitti mi? Biter mi , daha yeni başladı... 
Daha sonraları yaratılışta içine konan sırrını yine sen kendinden duyacaksın... Sakın kimseye söyleme , yaradılış sırrını... 
Daha sonralarında ise "Sırrının Sırrını da " yine sen “kendin” öğreneceksin... Daha sonrası mı? Yeter , hele sen bunları aş bir kere; sana daha neler neler öğretecekler bir bilsen... Bu dünyadan göçüp , gidinceye kadar ne güzellikler yaşayacaksın... Sana ne göz aydınlıkları verilecek ; bir bilsen ! Keşke yıllar öncesinde zikre başlasaydım diye üzüleceksin, boşa geçen yıllarına üzüleceksin… Üzülme , sen daha yeni “Davet” olunuyorsun… 

İşte " Kal" yani söz , Şeriatın dışı , bu yaşayacakların ise "Hal " yani , Şeriatın içidir... Anla... 

Gel , gerçek kurtuluşa davet olunuyorsun. Son pişmanlığın fayda etmeyeceği ve hiç kimsenin kurtulamayacağı "ölüm gününden " önce nefsini yenmeye davet olunuyorsun " 
Dön Rabbine... Tevbe -istiğfar ile, Salat-ı Şerif ile Resulullah’tan yardım iste ; yücelt O’nu... 
Tevhid ile , namaz ile; Kur’an ile dön Rabbine yarın çok geç olmadan , son pişmanlığın fayda etmeyeceği ölüm anı gelmeden dön Rabbine... Yarın mahşerde utanmayacak mısın ? Rabbinden , Peygamberinden , Kur’an-dan , Evliyalardan, atandan... 
Amacım seni korkutmak değil , sadece hatırlatmak ve bilmediklerini öğrenmen için , yol göstermekten ibarettir... 
Kısaca Tasavvuf , bir yaşama ve düşünce şekli, bir haldir; yaşamadır. 
Marifet ise , gönül hazinesidir ve bu hazine "Aşk" ile ele geçer. Arif olanın bir de Ahirette ki , durumunu ; müjdelerini düşünsenize... 

İşte , Tasavvuf ; İLAHİ ARMAĞANLARA açılan , kapıdır da diyebiliriz... 


En güzel yaradılışta yaratılan , insanları ; Tasavvuf yine en güzel şekilde ; melekleri bile kıskandıracak - geride bırakabilecek , kabiliyette olan insanları; asli yaratılışlarına kavuşturma yoludur da diyebiliriz. Ve , doğru da deriz... 


Tasavvuf - Marifet Yolunda olgunluk kazanmanın olmazsa olmaz şartı , yolcunun yaşayışında , düşüncesinde hep Hz. Muhammed (s.a.v.) örnek alması ve O’nun ahlakı ile ahlaklanmasını sağlamaktır. Bunun böyle olduğunu Kur’an-ı Kerim’de ,Rabbimiz ; Ahzab Suresi - 21 Ayetinde : 

"Muhakkak Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır."buyurmaktadır. 

"Şeriatın sınırından dışarı çıktığı halde, kendisini hala doğru yolda sanırsa; ziyana uğrayan , helak olanlardan olur. Hem sapık , hem de saptırıcı bir kişi olur ; kazananlardan , Allah’a ulaşanlardan olamaz da, şeytanın arkadaşlarından olur ki ; bu apaçık bir hüsranın ta kendisidir." diyor ; Hacı Bektaş-ı Veli... 


"Her müslüman , şeriatın esas ve kurallarına uymak ve onları hayatına uygulamak zorundadır. Bunlar, dini yaşayışın temelleridir. Tasavvuf erbabının kat edebileceği ve sahip olabileceği mertebe , derece , hal ve tavırlar bunlardan sonra başlar ve bu şeriatın üstüne bina edilirler. 

Şeriatı , hayatına uygulamayanı bakın nasıl anlatıyor :
Hace Ahmet Yesevi 

"Allah Taala sözüne 

Resulallah sünnetine
İnanmayan ümmetine ;
Ümmet demez Muhammed...

2- Ümmedim diye yürürsün 

Emrini tutmazsın 
Nasıl ümit tutarsın 
Orda sormaz Muhammed 

Düşün , hem de çok düşün... Tasavvuf insanları , bu ölümlü dünyaya tapmaktan alı koyarak , gerçek İslama yöneltir... Gelecekte de İslam’ın Dirilişinin temelini , mümin kulların ; Allah’ını , Kur’an-ını ve Resulünü tanıma , sevme ve itaat etmeyle olacağını bilmemiz ve bu yolda , önce kendimizi düzeltmemiz gerektiğinin bilinciyle hareket etmek ve kulların doğru yolda, olduğunda da bütün toplumun doğru olacağını asla unutmamız gerekmektedir... 


Doğru yolda - "Sırat al mustakimde- olmanın anlama ve zevkinde olmanın tadına varanlardan eylesin , Rabbimiz bizleri... Amin... 


Bakın size , Tasavvufu yaşayanla , yaşamayanın arasındaki düşünce ve yaşayış farkını anlatan hikaye yazayım. 

" İbrahim b. Ethem , Şakik-i Belhi’ye " Nasılsın ?" diye sorar... Belhi’ de “Bulunca şükrediyoruz, bulamayınca da sabrediyoruz." diye cevap verince... B. Ethem " Onu şehrin itleri de yapıyor. Sen bulunca yoksullara ve açlara dağıt ; bulamayınca şükredersin" diyor... 
Nefsine hakim olmanın ve yardımlaşmanın en güzel hali değil mi? 

Gerçek aşıklar, gafletten uyanan, kendini ve Rabbini bilenler, Allah’a kul ; Peygamber’e ümmet olan , gönül gözleri açık ve ruhları aydın olan kişilerdir. Ancak böyle bir hal içinde olanlar "İbadetin Manevi Zevkine " varabilirler... 


Ahmet Yesevi (Allah O’ndan Razı Olsun) ; 3 türlü ibadet eden vardır : 

1- Köle ibadeti : 
Köle olan bir insan , Hür olma isteğinden başka ne ister. Bu tip ibadet edenler ; sadece ve sadece yarın ki hayatta "Cehennemden azat olma- kurtulmak isterler ve bunu düşünerek , ibadet ederler. 
2- Tüccar İbadeti : 
Tüccar bu dünyada ,sadece kar etmeyi ister . Bu dünyadaki ibadetlerini de yarınki hayatta sadece " Cennette Olma " isteğini kazanmak için yapar... 
3- Aşık İbadeti : 
Aşık , karşılık beklemeden, ibadetini ; Cehennemden kurtulmak veya Cennette kalmak için yapmaz... Allah , onu ister cehenneme koysun, ister cennetine koysun , o sevdiği ile her dem beraber olma isteği ile ibadet eder ve ibadetlerinde mükafat beklemez... 
Çünkü , o aşık bilir ki ; Rabbimizin , Kur’an-ı Kerim’de belirttiği gibi sadece Allah’ını ister... 

Yunus Emre, bakın yine ne diyor : "Cennet cennet dedikleri , Birkaç köşkle, birkaç Huri 

İsteyenlere ver onlari , Bana seni gerek , seni " 

Aşk , Allah’a Yolculuk eden ; Yolcunun en belirgin özelliğidir. Aşkı , aşık olmayana anlatmak mümkün değildir. 

Aşk , insanı zamandan ve mekandan münezzeh olan Hak Katına ulaştırmakta ve böylece aşık da zaman ve mekan kayıtlarından kurtulmuş olmaktadır. 

Sevgili Peygamber’imiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz buyuruyor : 

" Ameller (işler ) niyete göredir." 
İşte aşık olan , yukarıdaki Hadis’e sıkı sıkıya bağlıdır ve yaşayışını buna göre ayarlar ve uygular... Bilir ki , bu dünyada var olan her şey ölümlüdür... Ezeli ve Ebedi olan , yanlız Allah’tır... 
Aşık olan bilir ki ; (Kur’an -ı Kerim’de Rabbimiz Buyurmaktadır) : 
"Biz Allah’a aidiz ve dönüş Allah’adır." 
Bu Ayetleri asla aklından çıkarmaz ve hayatı boyunca bu Ayetlere sıkı sıkıya bağlı kalır. Fakat insanoğlu bu gerçeği unutup , dünya malı ve şehveti peşinde koşar. Oysa mal - mülk gibi , geçici zevkler gibi ömürde biticidir. 

İnsan , ailesinin yaşamı için elbette bu dünya için çalışacak ; helal kazançlar elde edecek ve bu helal kazançlarından da ihtiyaç sahiplerine yardım edecektir… Bu dünyada ihtiyaç sahiplerine yardım etmezse, yarın Rabb’inden nasıl yardım beklemeye yüzü olacaktır ? İşte zekat aslında bunun için çok önemlidir. 

Bu dünyada ne ekti isen , onu hasat edeceksin. 
Bu dünyada yardım eden kulsan , yarın mutlaka yardım ve mükafat göreceksin. Allah ve Resulü böyle buyurmaktadır. İnsan öbür dünyada , bu dünyadaki amellerine göre mükafat ve ceza görecektir. Öyle ise bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve ne ekersek , onu hasat edeceğimizi unutmayalım... 
Rabbimiz olan Allah’ın ve Resulünün istediği olgun mümin olmaya çalışıp ; ölümsüz olana yönelmek ve tevhidin sırrını keşfetmek yolunda sabırla ve devamlılıkla yürümeliyiz... Bu dünyadaki asli görev bu... Yoksa , yiyip - içme ve zevk edinmek , bizim birinci görevlerimiz değildir... Bunu unutma sakın , ne olur anlamak için , çaba göster ve bu dünyadan , ahiretine Rabb’inin istediği gibi , olgun - kemale ermiş bir kul olarak, git... 
Al-i İmran Suresi - 180. Ayette bakın ne diyor , Rabbimiz : 
"Allah’ın kereminden kendilerine verdiklerinden (İnfakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki ; o kendileri için hayırlıdır. Aksine boyunlarına dolandırılacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." 

Yukarıda açıklandığı gibi olmaya başlayan kulda , artık kendi iç dünyasında da önemli değişiklikler olmaya başlar. Bunlar : 

1- Kendisinden sonra çevresindekileri iyiliğe, doğruluğa , güzel ve faydalı işlere çağırmaya başlar. 
2- Toplumun yararına, insanların iyiliğine olan şeyleri çağırmaya ve sonunda bunu emretmeye başlar. 
3- Toplumun zararına olan şeylerden insanları ve toplumu alıkoymak ; insanları bu zararlardan çekip- çevirmeye çalışmaya başlar. Artık bu kulda iyilikler artmış, başkalarını da iyiliğe davet başlamış... İşte istenilen kul ; bu kuldur... 
Gelin biraz " Marifet Denizinde " yüzelim, oradan biraz mücevher çıkaralım: Yetim kime denir ? Öksüz kime denir? sorularına önce dış yüzü ile sonra iç yüzüyle açalım ve Tasavvuf kula vasıtasız neler öğretiyor ? görelim: 
Öksüz : Ana ve babası olmayan ; yetim ise ana veya babasından biri olmayana denir. Evet bu dış yüzü... 
Gelelim içe – kalp de olan bilgiye... Soruyorum : 
"En büyük yetim , en büyük öksüz kim? 
En büyük yetim Allah’tır. Çünkü , O’nun anası ve babası yoktur. Doğmamış ve doğurulmamıştır; İhlas Suresi... 
En büyük öksüz ise Sevgili Peygamberimiz ’dir. Çünkü doğumundan önce babası ölmüştü... Öksüz ve yetimin sıfatlarını bildin artık...Öksüz ve yetimin “kimin gölgesinde” korunduğunu da öğrendin. 
Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.v) bakın neler diyor: 
"Allah katında evlerin en hayırlısı , içinde ikram ve saygı gören yetimin bulunduğu evdir. En kötüsü de, kendisine iyi davranılmayan , itilip-kakılan yetimin bulunduğu evdir." 
"Kim bir yetimin başını okşarsa elinin değdiği saç telleri sayısınca sevap kazanır." 
Bu hadisleri öğrendin, bir de yetim ve öksüz senin evinde değil , başka evde ise ve sen bunlara, maddi-manevi yardımda bulunursan ; aslında kime yardım ettiğini lütfen bir düşün? 

Kaynak: http://www.veyselkarane.com

Zikir Nasıl Yapılır?






















Estağfirullah ve etûbu ileyh (Allah’dan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim) 

Subhânallahi ve bihamdihî (Allah’a hamdederek O’nu tüm noksanlıklardan tenzih ederim) 


Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke lehû, lehul mulku ve lehul hamdu ve huve a’lâ kulli şey in kadîr (Allah’dan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Mülk O’nun ve hamd O’nadır. Ve O, her şeye gücü yetendir) 


Subhânallahi velhamdul illahi ve lâ ilâhe illallâhu vallahu ekber (Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah’adır. Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür) 


Subhânallahi ve bihamdihî, subhânallahi’l azîm (Allah’ı hamdedere k O’nu tüm noksanlıklardan tenzih ederim, Yüce Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim) 


Subhânallah (Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim) 


Subhânallahi’l azîmi ve bihamdihî (Yüce Allah’ı, hamdedere k tüm noksanlıklardan O’nu tenzih ederim) 


Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Güç ve kuvvet ancak Allah’tandır)


Subhânallahi, velhamdul illâhi, ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber (Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah’adır. Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür)


Zikir Nasıl Yapılır?


Hazırlık: 


1- Sessiz olmalıdır. (Yüksek  sesle   değil,  kendi  duyacağın kadar  sesle olmalı...)

2- Yalnız  olunmalı...
3- Kimin  huzurunda olduğunu  unutmadan, edepli-terbiyeli  olunmalı...
4- Mutlaka abdestli  olunmalı...
5- Mutlaka şu saatte yapılacak, diye zaman  belirtilmez...  Kişi  kendini hazır hissettiği  zamanda  gerçekleştirilir... Ama  yatarken  ve  sabah  namazın  öncesi  ve  sonraları  en   uygun  zamanlardır... Herkesin  uykuda  olduğu bir zamanda Rabbimiz  “ kulum  herkes  gaflette  iken  Beni  ve  Resulumu andı”  der  ve  zikir  sahibini  çok  sever...

UYGULANMASI:


1-Bir , besmele  söyledikten sonra ;100  veya  70  kere  “ TEVBE  ESTAĞFURULLAH” söylemek... (İsterseniz  Arabcasını  söyleyebilirsiniz)

2-(Besmele  söylemeden )  En az  100  kere (Peygamberimize)  SALAT-I ŞERİFE  söylemek.(Daha fazla  sayıda da söyleyebilirsiniz. Sayı  sınırı  yok.)
3-Salat-ı şerifleri  söyleyip ,   bitirdikten  sonra  “MUTLAKA”  3  İhlas  ve 1 Fatiha  okuyup,” Yüce  Peygamberimize , akrabalarına ve arkadaşlarına ve salih  kullarının  ruhlarına" hediye ettim " denilecek...
4- Bir  besmele   çekilip ,    en  az 100  kere    “  LA  İLAHE  İLLALLAH “  söylenecek.
 ***Not : Zikiri  bitirdikten  sonra  3  ihlas ve 1 Fatiha  okunmayacaktır...***
Bu  kadar mı ?  Evet  bu  kadar...


» Açıklamalar

NİÇİN  TEVBE ? 


Niçin 100  veya  70  kere ? Cevaplayalım :

*Kul " tevbe  estağfurullah" diyerek ; Rabbinin  büyüklüğünü  ve  kendi acizliğini  ortaya koyarak,   şirkten  ; yani  İlahlık    iddasından  uzaklaşır.
*Geçmişte ,      yaptığı    hata  ve  günahlarının bağışlanmasını     Allah’ından ister...
*İçini     ve  dışını  temizler...
*Ahirete  ve  hesap  gününe tam imanını  ortaya  koyar   ve    o   büyük  güne  hazırlanır...
*Rabbimizin    “Tevbe  edin ,bağışlayayım” “Denizdeki  dalgaların köpüğü kadar  günahınız  olsa da  tevbe  edin , bağışlayayım” kutsi  sözünün  hayata  geçmesini  gerçekleştirmek ; bu  bağışa  mahzar  olmak..
* Pişmanlığını  ortaya  koyduktan  sonra ,    bir  daha  günah işlemeyeceğine  dair Yüce  Allah’ ına  söz    vermiş  olur...
* Yüce  Peygamber  Hz. Muhammed  (sav.) Efendimizi  örnek  alır ve  onun  güzel  ahlakı  ile  ahlaklanmaya   başlar...
*100  Şehit  Sevabı alır...     Evet  100  Şehit  Sevabı  alır...
Peygamber  Efendimiz  (sav.)  “KİM , BENİM UNUTULMUŞ BİR  SÜNNETİMİ  ÖĞRENİR , YAPAR  VE  ÖĞRETİRSE  ONA  100  ŞEHİT  SEVABI  VERİLİR “ Hadisini   artık  öğrendin ,İnşallah  uygulayacaksın  ve  ömrün  boyunca  bir  kişiye  öğretirsen   ve  sende   ömrün  boyunca  zikirine   devam edersen , buna  hak  kazanır  ve  hayatın   boyunca  mutlu bir  hayat  sürersin...

Peygamberimizin  3  türlü  sünneti  vardır:

1-Kendi  bedeninde  gerçekleştirdikleri       ( Giyinmesi , konuşması ,temizliği vs)
2-Çevresindekilere ;    arkadaş ve ümmetine karşı  gerçekleştirdikleri ...
3-Rabbi  ile  olanlar ...
İşte  biz  burada  Peygamberimiz Efendimizin (sav) her  türlü  büyük  ve  küçük  günahlardan uzak  olmasına   rağmen , biz  insanlar  için  büyük ; büyük  olduğu  kadar da  bilinmeyen ; bilinse  de   uygulanmayan sünnetine  sahip çıkarak; uygulayarak; sizlere  öğreterek  ve  sizinde  ileride bir  kardeşimizin,  gerçek  anlamda  kurtuluşuna vesile  olacağınız  için bu sünneti mutlaka hayata  uyguluyoruz...Böylelikle  bu müjdeyle müjdelendik.... Sizleri  de   müjdeliyoruz...Mübarek  olsun...

NİÇİN  SALAT-I  ŞERİFE: 


Yüceler, Yücesi  Rabbimiz  , bir    ve  eşi  benzeri  bulunmayan  Allah’ımız  buyuruyor...: “ Kim   benim ,  Habibime  (Sevdiğime) bir  salat  ve  selam  yollarsa ; Ben ona  10  salat ve  selam  veririm.” Bu  demek  ki  ; Rabbimiz  Peygamber  Efendimize (sav,) 1 salat  ve selam söylene – gönderene  10  sevap  veririm” demekte… 1’e 10 iyilik... Rabbimizin  cömertliğine bakın... Tevbe  ve estağfurullahlarla günahımız,  silinerek bitmedi , ise; Salat-ı  Şeriflerle de  günahlarımız,  silinmeye  devam  eder… Yani  bizler  günde  en az  100  salat  ve  selam  yollamamız  sonunda  100X10=1000 sevap  alınır ve  1000 günahımız  silinir... Rabbimizin  , merhametlilerin  en  merhametlisi    oluşunun   bir  kez  daha  ortada  oluşunun   güzelliğine  bir  bakın... 


Günahlardan  arındıktan  sonra  bire  on olan  sevaplar  biter  mi hiç ? Bu seferde amel defterlerimize  10 ‘ ar  iyilik olarak  yazılır... Taaa   ki , cennet  ehli  oluncaya kadar bu  devam  eder...Bitti  mi ?  Hayır cennet  ehli  olduktan  sonrada  Cennetteki  Makamının  güzelleştirilmesi  ; bir  başka  değişle , daha iyi cennete  yükselmeye  yarar...Cennet makamımız  bu  dünyadaki  amellerimize bağlı  değil mi ? 


*Salat-ı  Şerifeler  Peygamberimizi  ne  kadar  çok  sevdiğimizin  bir  göstergesidir.(Kişi sevdiği ile  beraberdir.) 


*Peygamberimizin   şefaat  sancağı        altında ,    toplanmamızı sağlar. 


*Yaklaşık   2000  adet  Salat-ı Şerife  var; hangisi kolayına gelirse o salat-ı şerifeyi  söyle... İster  uzun   olsun , isterse  kısa  olsun , fark etmez...İlle  de   hangisi  dersen ; biz  “ Allah umme salli ve sellem  ve barik ala seyyidine  Muhammed’in ve ala  al’i    seyyidine  Muhammed ..."    deriz... 


NİÇİN  3  İHLAS  VE 1  FATİHA ?


Yukarıda  yazdıklarımız  çok  kimseler  tarafından  uygulanmaktadır. Amma bizim  farkımız      işte  bu  bölümde ortaya  çıkmakta...3 İhlas  ve  1 Fatiha  okuyup , Peygamberimize ,O’nun   Yüce  Akrabalarının  ve  arkadaşlarının  (Ashabının) mübarek  ruhlarına  hediye  etmeyince  Arşı , melekler  açmaz...Dolayısıyla  salat ve selamlar  Rabbimize  ulaşmamış olur. Bu yüce salat  ve  selam  arş ve  arz  arasında  dolaşır  ,   durur.  Yol  budur... 


*3 İhlas ve 1 Fatiha , Yüce  Kitabımızın  küçük  hatmidir... Küçük  Hatimle, salat ve selamlar Yüce  Peygamberimize (sav.) Efendimize ve sonrada ; Rabbimize ulaşır... Bunun  için  bu  anlatılanlar , en az  zikir  kadar önemli ve tamamlayıcısıdır...Bu  olmazsa  olmazlardan  biridir... 


NİÇİN   TEVHİD ?   NİÇİN “ LA  İLAHE  İLLALLAH  ? 


Tevbe  Estağfurullah  ile  kul  içini  ve   dışını  temizlemiş  olur  ve  Resulullah Efendimize  (sav) yol almağa ; yani  salat  ve  selam  yollamağa  hak kazanır... Ve  yolladıkları  kabul  olunur...3 İhlas ve 1 Fatiha  ile yani Kur’an-ı Kerim’in  küçük   hatimi  ile  Rabbine  yol almağa  başlar... La  İlahe  İllallah  ile  de ; açık olan  arştan  manevi  yolculuk  başlamış  olur...Mübarek   olsun...Artık Rabbin ve  O’ nun  sevdikleri  ile  başbaşasın...  Ne saadet , ne mutluluk....Arş ve arzda imrenilen  ve sevilen  biri  oldun.... 


Tevhidin  sonunda  3  İhlas  ve  1  Fatiha  okunmaz


Çünkü yattıktan sonra  olsun  ; gündüz  olsun sende  Tevhid  devam  etmektedir...Nasıl  olur diye itiraz  etme " Mutlaka  yaşayacak  ve  göreceksin..."  Sabah  kalktığında, zikire  devam  ettiğine; zikire  devam  ettirildiğine  şaşacaksın... Şaşma ,  şaşma  bu  bir şey  değil daha  ne güzellikler  yaşayacaksın...*Davranışlarına  dikkat  et  artık , başı boş  değilsin...Artık  devamlı izlenmektesin ve çook  ama  çook  sevilmektesin.



 Zikirde Yaşayacakların

Abdülkadir Geylani Hz.leri  zikir  ehlini ; Tıfl Mana (Manalar çocuğu ) ve  Şeb-i Aruz (Allah’ın  Gelini ) olarak ikiye  ayırır. Zikire başlayanları Manalar  çocuğu denmesinin sebebine gelince ; çocuk nasıl  hiç  bir şey bilmeden yaşamağa  başlar ve zamanla bilgi ,yeteneklerini arttırarak gelişirse ; zikire giren de, her gün  Evliyasından  ve  daha sonraları diğer  Evliyalardan   eğitim alarak  yaşamını  sürdürür. Bu ders  ve  eğitim    akıla  değil, ruha  verilir. Peygamber  (s.a.v) Efendimiz   öğretmenliği  ele  alıncaya  kadar   yaşanan  süreye         Tıfl  Mana denir.   Marifetin birinci halidir.  Şeb-i Aruza  kadar  öğretmenin  evliyalardır. 


Bu  ilk öğrenme devren  bittimi  Allah’a  Yolculuğunu  Sevgili  Peygamberimiz (sav) Efendimiz  ele  alır.  Öğretmenin , öğretmenlerin en güzeli ve Rabbimizin  “Habibim” diye  isimlendirdiğidir.  Bu  yolun yolcusu, bu  dünyada mutlaka  sevgililer   sevgilisini  mutlaka görecektir. Bu , bir müjdedir.  Bizlere (Üveyslere)   verilmiştir…Bu  dünyada  ve ahirette  de    artık     ,   körlük  ortadan  kalkmış olur. Mübarek olsun... 

Bizler Allah’a  kul ; Peygamberimize ümmet olmağa çalışıyoruz. Bizim birbirimize  üstünlüğümüz olsa olsa, takvadadır.  Kim Allah  ve  Resulunü  daha  çok sever ve saygıda  bulunursa bizim için makbul  olan  odur. Bizler Peygamberimizin (sav) gösterdiği   yolda   ,Allah’a  giden  yolda ; dosdoğru  yolda  giden  yolcularız. Bizler  birbirimizi  aynı yolda  , aynı araçta  giden  yolcular  olarak  görüyor ve  öyle  kabul  ediyoruz.... 

Bizde  bir  tek  makam  var o da  HAYRET MAKAMI...Marifette yolculuk  yapmak  isteyen  ve  buna  karar  veren  insan  görecek  ve yaşayacak  ki hep Allah’ın eşi benzeri olamayan  sanatı  karşısında ,  hep "HAYRETTE"  kalacaktır...Bize  Rabbimizin  müjdeleri en  büyük  makamdır.İlle  de sizler kimsiniz  diye  soracaksanız  yine de deriz ki “Bizler  Peygamberimizin gösterdiği yolda Allah’a yolculuk  yapan , yolcularız.Veysel Karane’nin gittiği yolda gidenleriz.. İşte bütün söz bu. Yok ötesi...Bugünün Manalar  Çocuğu , İnşallah  yarının Şeb-i Aruzu  olmaya  çalışanlarıyız. Allah sizi de inşallah buna erdirir. Amin... 


Biz ; size bu  zikri verenlerin  hepsinin ortak davranışı Allah’a giden  bu  yolda ;  zikir  kapısını açmak ve ışığı yakmaktan ibarettir. Yani yolcuyu Allah’a giden  yolda  Allah’ı ; Resul’ü ve evliyaları  ile  baş  başa  bırakırız... Ne  gerekiyorsa  1, elden  öğrenir ve yaşarlar.



» Salih - Gerçek Rüyalar Başlar

Bu rüyalar  şimdiye  kadar gördüklerinden hem daha  nettir  ve  kalıcıdır. Günler , geçse de  unutmazsın  . Rüyaların  bazıları  kader  ve  kazayı gösterir ve  3 gün sonra gerçekleşir. Böylece   Kader ve  kazanın  insan   hayatındaki  önemini  anlar  ve yaşarsın... İleriki  günler  veya  yıllarında  da  göreceğin  rüyalar sana verilen-verilecek olan  müjdelerle  dolu  olur. Bilir  ve anlarsın  ki ;hayatın tarifsiz  huzur   ve   güven  içinde   devam  etmektedir.Artık  sevilmeğe  başlanmışsın  ve  kolaylıklar  hayatında   ardı ardına   gelmeğe   başlar ve sen  şaşarsın... Şaşma. Yüce  Kitabımız  Kur’an-ı  Kerim  ayetlerle rüyaların varlığından  " kesinlikle" bahsetmektedir.Bu  yaşadıkların  gerçek  rüyalardır  ve iblisin vesvesesi yoktur ve  bu gördüklerin  sana , İlahi  Armağandır; daha başlangıçtır.Bu arada "Rüyalarla amel  edilmez" dediğinizi , duyuyorum. Doğrudur, sizlerin bugüne kadar , gördüğünüz  rüyalarla  amel  edilmez. O rüyalarda  iblisin   etkisi vardır. Bizim  belirttiğimizde , iblisin  hiçbir  katkısı  yoktur.Tamamen salih - gerçek rüyalardır  ve  meleklerin  etkisi  ile bizlere  verilir.     (Bir  kereye mahsus  ve  izinli  olarak)  lanetli iblis rüyanda,  sana bir  yerde define gösterir, paralar vermeğe kalkar,mücevherler – takılar  vermeğe  kalkar ,  sakın  meyletme bu  onun  mutlak  yalanıdır.Sakın inanma...Eğer   verilenleri almaz  veya  itibar  etmezsen , manada  derecen artar ve  sevilen olursun.Aman  ha  aman  inanma . Eğer  alırsan  sabah hemen  tevbe et , kurtul... Yok  bu  İlahi  armağansa  da  alma, 2 kez  gösterilirse yine  alma   ve 3. kez  gösterilirse  bu  sana  verilecek  yardımdır, Rabbindendir… Bir  gün  mutlaka eline  geçecektir...Bu  sefer  ne  zaman  geçecek  diye hayaller  kurmağa   başlarsın,  aman  ha  aman ,kafandan bu  düşünceleri at... Senin  rızkını  kimseye  vermedikleri  gibi, saat  ve dakikasından  öncede  eline geçmez...İbadetinin  güzelliğini  bozarsın. Sakın  bunu  unutma... Sana Rabbinin  zenginliği  yeter.



 Kokuların Duyulması

Bu  kokularda  İlahi  Kokulardır...Sevgili  Peygamberimizin (sav,) Hadisinde  bahsettiği “Bana  dünyada  3  şey  sevdirildi." Güzel  Koku ,  Kadın Ve  Gözümün  Nuru  Namaz" “İşte   bahsedilen  “Kokuları “  koklamağa  başlarsın... Bu  kokular  şimdiye  kadar kokladığın  kokulardan  farklıdır.    Önceleri  azar  azar  koku gelir  ve  gider... 


Önceleri  farkına  bile  varmazsın. Daha  sonraları kokular  bazen  çok  şiddetli  olur; camide  namaz  kıldığın  mümin  kardeşinden  geliyor  sanırsın... Hayır , bu sana  verilmiş  İlahi  Armağandır. Bu  kokuyu  senden başkası  duymaz...Yalnız  senin  gibi  Zikir Ehli , yani Allah  Yolunun  Yolcusu varsa  o da  kokuyu  duyar-koklar...Başkaları  bunu  duyamaz.... Kokuların en çok  duyulduğu  yer ve mekanlar Camide  ibadet  ederken  ve  türbelerde – Allah Dostları  Evliyaların  yanında  Salat-ı  Şerifeleri  söylerken  olur.  Türbedeki  Allah  Dostunun  sana  verdiği “ Hoş geldin “ kokusudur...Peygamberimizin kokusu Gül ;Torunlarının  reyhan ; Hz. Ali’nin   kırmızı   karanfil ;Horasan  Evliyalarının  (Ahmet Yesevi’nin  Anadoluya  gönderdiği  evliyalarının) ise dağ  çiçekleri   gibi  değişik  değişiktir...İşte  , artık   senin sevildiğinin  bir  başka  gösteriş şeklini  sana  yaşatırlar...Daha  sonraları "tesbihin " kokmağa başlar...Eğer  kimseye  söylemezsen ,evinin bütün  odaları bu  İlahi  Armağanlarla dolar , taşar.Ta ki, birine söyleyinceye kadar  veya  fark edilinceye   kadar kokar durur.. Onlarca  yıl  namaz  kılıp , bu kokudan  mahrum   olan  nice  kullar   var. Allah   sizi böyle  olmaktan muaf  kılsın. Amin...Bu     kokular cennetteki “Misk Dağından” getirilir… 


Evliyaların makamlarında ,Yasin  okumayınız, bunun  yerine  Salat-ı Şerif  söyleyiniz… Görün , bakın ; nasıl   kokularla karşılanacaksınız… 

*Burası çok önemli : Sana bir evliya öğretmen olarak verilir.Bizi diğer  zikir ehlilerinden ayıran en önemli özellik budur... Yaşayan nefs  sahibi bir kul verilmez . Herkesin öğretmeni  ayrı  olabileceği  gibi sana bu zikiri  öğretenin  evliyasıda  olabilir.Bunlar  senin bilmediklerini , ya da yanlış bildiklerinin doğrusunu sana öğretirler.Bu kalbine ilham olduğu gibi rüyada da olur ,perde  kalkarak  olur. Ne demek istediğimi yaşarken öğreneceksin. Daha fazla açamam , açsam   da  anlatamam... Sonuçta  anlayamazsın... Çünki aklın bu marifet dünyasında    bilebiliriği yok . Ne  öğretilirse onu kavrar ,daha  fazlasını  değil...İşte  o evliyanı  sana  sevdirirler ve   seni de  ona sevdirirler.Yanına  varır varmaz İlahi  kokuları sana  koklatırlar. Yaşa ve gör... 


Bir Gün Rabbimizin Sana Seslenişi

Bir gün  Rabbimizin  sana  seslenişini ; (perde  arkasından )  ama   namazda ,ama rüyada duyarsın.Sadece  senin  duyacağın  bir Ayet  verilir.


  Veya , bir  sure verilir. Bu  Rabbinin sana sır  olarak verdiği Ayettir...Artık en ufak bir  sıkıntında , bu ayeti okuduğunda her şey anında düzelir.Namazlarında veya  zikirinde  iblis  sana vesvese  vermeğe başladığında  içinden bu ayeti okumağa başladığında ; hemen huzurundan def olup , gider.



Gece Zikiri

Geceleyin Zikiri  gerçekleştirirken , yıldızlar  o  kadar  sana yaklaşır  ki  şaşarsın ... Şaşma  ...Sen Peygamberimize  Salat  ve selam  yollarken ashabına da    dua  ve salat-ı  şerif  yolladığın  için  ve  Peygamberimiz (sav.) “ Ashabım  gökteki  yıldızlar  gibidir,  hangisine  uyarsanız  yolunuzu  kaybetmezsiniz...” sözünün  sonucu  yıldızların  mana  alemindeki ashablar  olduğunu  yine  ilk  elden vasıtasız  öğrenmiş olursun... Peki niçin   yaklaştıklarına  gelince “ Kendi soyumuzdan  olmadığı  halde  bize  her gün salat ve selam yollayan ve ayrıca  ruhlarına   her gün  küçük  hatim yollayanlara ,    sevgilerini  göstermek içindir...


Namazlarınızın sonunda bir "Fatiha" okuyup, bırakmayınız… Bunun  yerine  3  İhlas ve 1  Fatiha  okuyup, bu  sevapları : "Peygamberimize, ev  halkına, soyuna, akrabalarına,ashabına ve  salih  kullarına hediye" edin… Çok fazla  sevap aldığınız gibi, sizi  sevdiklerini mutlaka  gösterirler ve ispat  da  ederler… Ne olur , hemen  itiraz  etmeyin… Hele  hiç  bilmediğiniz konularda… Yaşayın  ve  görün… Yaratılanlar  içinde  ilk  defa itiraz  eden  ve yalan  söyleyen lanetli  iblistir. Rabbimiz  olan , Allah’ımız (Kur’an-da) ne  buyuruyor : "İblisin  adımlarına  uymayın." İtiraz ederek ,siz ; eğer  yalan    söylüyorsak, biz; o zaman  lanetli  iblisin  yolundan  gitmiş  oluruz. Böyle  olmaktan  Allah’ıma  sığınırım…Size  düşen zikiri  uygulamak  ve  sonunda  yaşamak,  bize  düşen  doğruları; sadece  doğruları  yazmaktır…

Son   olarak  da ,   gece  ibadetlerini ; herkesin  uykuda  olduğu saatlerde  kalkıp;    ama Kur’an okuyun,   ama  en  az  6  rekat   teheccüd namazı  kılın , ama zikir  edin… Yapabilirseniz , hepsini  de  yapın… Ama  ilk  önceleri  bu  nefsinize   çok  ağır  gelir… Ertesi  gün  işe  gideceğim , günüm  çok  zor  geçer  demeyin… O  nefsinizin ,  iblisle  işbirliği  sonucu  bir  vesvesesidir. Aksine ,  çok  daha  dinç  olursunuz… Sen  gecenin  bir  bölümünde  Rabbin  için  kalkıp , ibadet  ettin;  Rabbinde  senin  hayatını  kolaylaştırdı. Bunda  şaşılacak  bir  şey  yok  ki ?  Gece   Marifette  alınan  yol ,  gündüz  alınandan   daha  fazla  olduğunu  da   öğrendin… Artık  sana  düşen  tek  şey ,  bir  an  önce Allah’ın , Resulün  ve  Allah  Yolcuları  ile beraber  olmak için , üstüne  düşen  göreve  başlamandır. Yardım  Bir  olan , Eşi  ve  benzeri  olmayan  Allah’ımızdan  mutlaka  gelir.


Tecelliler

Rüyalardan  sonra  namazlarda  ve  zikirlerde  perdeler  kalkmağa başlar ve  artık   tecelli  dediğimiz " anlık görüntüler " başlar... Bir  anda  görürsün ve  hemen  kaybolurlar...Ama  ne  güzeldirler ,bir anda görürsün ama aldığın haz , unutulmaz.İşte Hal Ehlinin – Yaşama  ehlinin  tarifi  olmayan  lezzetidir ; tadıdır bunlar  , yıllar  geçse  unutamazsın...Senden  önce  yaşayanların yaşadıklarını  yaşamaya   başlamışsındır  artık... Mübarek olsun.



Nefsin Sembolü

Bu arada  ama  rüyada ,ama  namazda ,ama zikirde Nefsinin  sembolü olan bir hayvan  görürsün...Senin  nefsin bu  hayvanla sıfatlanmış, demektir. Eğer ölmüş görürsen  ,sen  nefsine  Allah’ın  yardımıyla  galip geleceksin  demektir. Yok bağlı  olarak  görürsen Nefsin sana zarar veremeyecek  demektir. Yok  başı  boş görürsen  Nefsinle  mücadele  edeceksin demektir. Üzülme  Allah’tan  sana  mutlaka  yardım  gelir... Sevgili Peygamberimiz Hazreti  Muhammed (sav ) Efendimiz  ne buyurmuş : “Nefsini   bilen Rabbini  bilir.” Artık  nefsinin ne  olduğunu öğrenmişsin ve  geriye  kalan yıllarında  ne  ile  mücadele  etmen gerektiğini doğrudan öğrenmişsin demektir... Yani gördüğün , hayvanın  kötü  özellikleri  ile   mücadele   ederek; sendeki  kötü huy ve  davranışlardan   uzaklaşman gerekmektedir.    İşte zikir  ne  ile  mücadele  etmen gerektiğini  öğreten ,temelini Kur’an  ve  Peygamberimizin (sav) yaşamından alan ve  O’nun  öğretileri  ile  bilgilenmeni ve  hayatını , bu  iki  temel  dayanağının  varlığına  sımsıkı bağlı olman gerektiğini  öğreten  birinci  elden  öğretidir. Bu  yolun  yolcularına bilmedikleri öğretilir ve sevgili  mutlaka  korunur... Bu Allah’ın  bir  lutfudur.  Artık  hayatını  baştan   aşağıya ( ister farkında  ol ; ister olma fark  etmez) Kur’an  ve  Hadisler  içinde  yaşar  gidersin.




» Kalp Zikiri


*Artık kalbinin konuşması ( Kalp zikrinin  başlaması ) yakındır. Müslüman – mümin  olmanın birinci  şartı Kelime-i Şahadet’i  dille  söylemek ; kalp  ile  tasdik etmek gerekmektedir. Artık  söylediğin zikirlerinin  her birini  kalbin de  aynı  anda  söylemeğe başlamıştır... Sadece  zikirleri mi ? Hiç bilmediğin ,  Kur’an Ayet ve Surelerini  kalbinden  imamla ; eğer  Kur’an ı TV.den  dinliyorsan  aynı  anda  saniye  değil  salise  farkı  olmadan kalbin söylemeğe başlamıştır  artık... Artık , gerçek  müslüman- mümin  olmuşsundur. Verilen bu İlahi armağan  senden asla  geri alınmaz... Yunus  Emre’nin  “Bir ben vardır , Benden içeri’nin “ anlamını  öğrenmiş  ve yaşamağa  başlamışsındır. Mübarek olsun... Senin  içinde  yaşayanı : ( farkında   olmadığın  yaşayanı)    duymaya başlamışsındır.  Mübarek  olsun… 


*  Bir gün namazda  veya zikir  anında ağzından bir  “Dua “ dökülür , sözler  senin  ağzından çıkmakta ama söyleyen sen değilsindir. İşte o, Ruhunun  Niyazıdır.Dua  değil , dua  üstüdür ; niyazdır  o...Artık  kalbindeki hapishanedeki  esir olan , mahkum olan Ruhun ,özgür olmakta  “La  İlahe İllallah’la nefse,   vurula  vurula;  nefsinle  ruhun yer değiştirmeğe başlamış ; eski gardiyan  olan Nefs mahkum olmuş, mahkum olan  ruhun da   azat – özgür olmuştur. İşte  Marifet  dediğimiz Alemde yolculuğun  sürmektedir... Bu niyaz  senin  ileride, Bu  Dünyaya geliş amacının temelidir , sezdirmesidir...Kısacası sırrının  habercisidir...Sırrını daha  sonra  öğreneceksin...Bu  yazıları  okuyan  kardeşim şu an sana sorsalar bu  dünyaya neden gönderildin ? Niye geldin ? Vereceğin cevap : "Allah’a kulluk  için, Peygamberimize  ümmet olmak  için"  geldim  diyeceksin. Doğrudur. Aynı soru ikinci  kez sorulsa  ne diyeceksin ? Aynı cevabı vermen doğru  olmaz. Bu cevap herkesin  ortak cevabıdır...Sen ey falan oğlu  veya  falan kızı bu dünyaya sen (sizler değil ,sen) niye  geldin sorusuna ,ileride  öğreneceğin sırrına  vardığında , sana  öğretildiğinde ; öğreneceksin  hem  de vasıtasız-aracısız  olarak  birinci  elden... Sen , zikrine devam  et ... Bir gün  öğreteceklerdir.Ama mutlaka öğreteceklerdir...Sırrını  öğrenince de , bir  kapıyı  daha  geçmişsin demektir. Bitti mi ? Hayır  ileride  sırrının da  sırrını  öğreceksin...İşte  gerçek  saadet bu... Bu yazdıklarımda asla değil yalan;yanlış bile yok...Yaşayınca  göreceksin...Söylenenlerin az bile  olduğunu...Gözlerinden  sevinç yaşları akacak başlayacaksın duaya : "Allah’ım bu  kadar  az  ibadete  bu  kadar  çok  nimet  olur mu ?" diye... Bu  dünyada  gerçekten  Allah’ı  ve Peygamberimizi seven, gerçek  zikir ehlileri  o kadar az ki... Şaşarsın... Lafı uzattık... Biraz  başa  dönelim . Ne demiştik."Hayatını, Kur’an ve sünnetlerle  dolu dolu  yaşamaya ; sevinçlerin  taşmaya  başladığında; tevhidin yani ," La  İlahe  İllallah "  zikrin  ; Kur’an daki Hz. Musa (as) ‘nın  asası  olur , taştan daha  katı-sert olan kalbine  vura vura kalbinden  12  göze  çıkar. Bu 12 gözenin  sana isabet edeni  ile sen artık  ,  kabul olan   bir " sır sahibi " olursun. Hele sabret  bundan ötesini yazmağa iznim yok. Sana ," sabırla  zikrine  devam et  deriz."… Bırak  zamanı  gelince  olan , olur. Senin rızkını Rabbimiz kimseye  vermez...Ezelde ,ruhlar aleminde  sana ne verilmişse , onu zamanı  gelince alırsın. En zor olanı sabretmektir. Ama  burada 1 saniyelik  sabır  sana ahirette  binlerce  yılı , bir   anda  ; göz  açıp-kapaman  kadar kısa  getirecektir. Bunu  bil  sana yeter... 


Sende  artık  ağırbaşlılık ,yumuşak  kalplilik ,yanlız  kalma ihtiyacı ,başlar kötü alışkanlıklar bir  bir  kalkar , bol  bol  ağlamalar başlar. Yine Allah dostu Yunus Emre’nin dediği  gibi :  "Bir damla göz  yaşı bin günahını yıkar-siler."  Bu günahlardan arınmanın belirtileridir.  Ama  üstüne  öyle  büyük  bir  huzur  ve tarifi  imkansız mutluluk çöker ki  ; şaşar  kalırsın... 


Bir gün, (rüyada veya  zikir  anında) kendini  görürsün ; gördüğün  senin ruhundur... Kendini  yeşillikler   üzerinde   uçarken veya  suyun üstünde  yürürken – yüzerken görürsün ... İşte  ruhun  azat olmuş ; yıllardır süren mahkumiyeti bitmiş ; gördüğün yeşillikler veya su senin  geçmiş  günahlarından   kurtulduğunun bir  habercisi ve müjdecisidir... 


Daha sonraları  namazlarında  ; iki   rekat  arasında Allah ümme salli  ve  barikleri söyleyemez, bunların  yerine Salat – ı Şerif okumağa başlarsın...Ayetler okumaya  başlarsın. Şaşarsın. Şaşma... Artık  Kur’an–ı yaşamağa başlamışsındır. Ne diyor  Yüce Rabbimiz  Kur’an –da “ Biz  bir  ayeti değiştirirsek , yerine  daha  iyisini  koymağa  muktediriz.” İşte hayatının içinde  Kur’an-ı yaşamağa  başlamışsın, artık   mübarek  olsun...Artık hayatın Kur’an  ve  sünnetler  içinde sürer gider. Sen  farkında  olsanda ; olmasanda  bu  böyle devam eder.Ne mutluluk,ne mutluluk...


Şimdi  artık öğretmene ,(mürşide) yani  yaşayan  nefs  sahibine  ihtiyaç  olmamasının asıl  sebebine: "Lütfen çok iyi okuyun... Ve  anlayın..." Bu  ve  bundan  sonra sana , verilecek olan  ikinci  zikiri  Rabbin  melekler vasıtasıyla;  ama sana seslenmesi ,ama  perde  kalktığında  ,ama rüyanda  verilir. Yani, hangi  gün  veya  ayda  hangi  zikire  başlayacağım  diye endişen  yok... Seni ,  senden  iyi  bilen  ve  sana   şah  damarından  yakın  olan Rabbin  zamanı  gelince ".... oku diyor veya yazılı olarak  veriyor" ve  artık ; Tevbe ,Estağfurullah ve Salat-ı Şeriflere  ve  3 ihlas  1  Fatihayı okuyup, yüce  Peygamberimize ,akraba  ve  ashabına  hediye  ettikten  sonra  “La  İlahe İllallah”  yerine  sana  verilen zikiri  söylemeğe – yaşamaya başlıyorsun...Daha sonraları  verilen ve  verilecek  olan diğer   zikirler  hep  Rabbinden  ve  O   ne  bildiriyorsa ,  onu  uygulayacaksın. Yani , kul  yok  arada ve    sen  hep  bir  ve  eşi   benzeri  olmayan  Yüce  Mevlanla  başbaşasın...Hem  de  bu  dünyada...  Ahireti sen  düşün....  Birde  bu  öğrendiklerini  veya   anlatılanları  bir  düşün  ey akıl  sahibi...  Bunlar  akılla olacak  şeyler mi ? İşte  şimdi  daha  iyi  anladın  değil mi?..İşte Kur’an-ı Kerim’in  bir  kez  daha  yaşadığının ispatı : Rabbimiz  ne  buyuruyor  ? "Kur’anı Biz  öğretiriz...” İşte öğretiyor... 


Öğren artık,  Fatihanın  4. Ayetinin kısaca   açıklanması bu...  Ne diyoruz  biz  bu  ayette “  Yalnız  sana ibadet ederiz ve  yalnız  senden yardım dileriz.” İşte yardım...  İşte  bizim  temel dayanağımız... Rabbinin  öğretisi mi ? Kullarının öğretisi mi ? sana  doğrudur...  Kararını  ver... Başla.  Yarına , çıkıp – çıkmayacağımızı Allah bilir , çok geç olmadan bu yolun yolcusu  olmağa bak...Rızkında varsa olursun...Rabbimiz seni ve  bizleri ;Allah’a  kul , Peygamber Efendimize (sav)   ümmet eylesin. Amin...


Öyle  güzellikler  yaşarsın ve  Rabbinden  öyle güzel müjdeler alırsın ki; aklının   bunu algılamakta  çaresiz ,bildiklerinin  yetersiz  olduğunu ,hayallerinin buna  yetişemediğini görür  de hayrette  kalırsın. İşte bu  yüzden bütün makamları bir araya  topladık ; adını  hayret  koyduk...Çünki  bu  dünyadan göçüp  ve  asla  ölümün olmayacağı yolculuğa  çıkıncaya  kadar  hep  ama hep hayrette  kalacaksın... 


Ne  kadar  çok yazarsam, yazayım ; yaşayacaklarını  sana anlatamam. Sadece  şunu söylebilirim “ YAŞA  VE  GÖR”. 


 Bu  öyle bir yolculuktur ki;anlatmakla bilinmez, yaşamakla bilinir. Son olarak da şunu söylebilirim... Dünyada yaşadığın bütün zevklerin  bir sonu vardır ama ,bu  zevkin asla sonu yoktur...İşte bu  zevk  Mevlana’yı  döndürmüş ; işte  bu  zevk Yunus Emre’yi söyletmiştir. Hem  de 750 yıldır. Bu  zevki – aşkı ; Allah ve Resulunün  aşkını bu  zikirle bulur ve Mevlana’nın , Yunus  Emre’nin ve Allah’a sevgili olanların  yaşadıklarını ,sende  yaşarsın...Ne  diyelim Rabbimiz  inşallah bu kutlu yolda  yürüyen ,mübarek yolcularından   eylesin ...Amin...  Buraya kadar,  yazılanlar Marifetin 1. bölümüdür , yani "Tıfl Mana" Manalar  çocuğu  ile  ilgili  bölümüdür. Daha  arifetteki ;  "Şeb-i  Aruz’u  açmadık…" 


Şeb-i    Aruz’un , altı-yedi kadar,  kelime  olarak ;  açıklaması   var… En  doğrusunu  yine  ilk  elden ,  yani   Rabbinden  alarak  ve  dolayısıyla  "yaşayıp" öğreneceksin…Anlayacaksın ki ; bu  kelime  üzerinde  tartışmaya  girmeyecek  kadar , "  kesin  bilgiye "  sahip  olacaksın… 


Şeb-i   Aruz’u  anlatmayı  çok  istiyorum , ama  Manalar  Çocuğu  olarak   yaşayacaklarımız  "bu  kadar  mı?" derseniz ;  elbette ki   "hayır"  deriz.       Biter  mi  hiç ? 


Üzerinizde ;  geçmişten  gelen  hatalardan-günahlardan   dolayı veya  bilerek  ,  bir  başkası  tarafından  musallat  kılınan  cinliler  varsa ;  onların  kaçışlarını  veya  size   zaman  içinde zarar  verdilerse  " yanışlarını" -  öldürülüşünü   mutlaka  görürsünüz.  İşte , ilk  elden  yardım.  İşte   Fatiha’nın  hayata  uygulanışı…"Yalnız  Sana   ibadet  ederiz   ve  yalnız  Senden  yardım  dileriz’in" senin  hayatında   gerçekleşmesi… Bir  kez  daha   anladın  mı ?  Allah’tan  başkasından  yardım  dilenmeyeceğini… Sen  Rabbin  olan  Allah’a  teslim oldun, tevekkül  ettin , yardım  da   geldi. Bir  daha  sen ,dosdoğru olan  bu yoldan  ayrılmadığın  sürece  sana  ne  yardımlar  gelecek ,  şaşar   kalırsın… 


Bu , daha   başlangıç… Kaderinde  ne  güzellikler  gerçekleşecek… Yaşadıkça  mest  olacaksın… Hayatta  hiç  bir şeyden   korkmayacaksın. Neden  mi?  Ayet  açık " Onlar , korkmayacaklar  ve  mahsun da  olmayacaklar" Sen ,sadece  Rabbin  olan  Allah’dan  ; O’nun  emirlerine  uymamaktan  korkacaksın , başka  şeylerden  değil… Yani  tam  bir  takva  insanı olacaksın… Anladın mı ? hayatın  "  Kur’an  ve  sünnetler  içinde  geçecek" dememizi… 


Bu  arada   Kur’an-ı  Kerim’i  mutlaka , ama  mutlaka  okuyacaksın. Kur’an-ın  ilk  gelen  Ayeti  " Oku" sende  mutlaka  okuyacaksın. Dur ,  hemen  itiraz  etme  de ,  dinle… Kur-an’ın diliyle okumayı  biliyorsan  da  bir  ayet  Arabça ve  hemen devamında   da  Türkçe  Mealinden okuyacaksın… Ayetin  ne  dediğini meal  olarak  mutlaka  bileceksin… Kur’an  güzel  sesle  okumak  için  indirilmedi… Okuyacaksın ; okuduğunu  anlayacaksın; anladığını hayatında  uygulayacaksın; uyguladıklarınla    başkalarına  da  örnek  öğretmen  olup,  öğreteceksin… Arabca  okumayı  bilmiyorsan ,öğrenmeye  çalışacaksın… Buna  muvaffak olamayacağına  kesin   inanıyorsan , tamamen  meal  olarak, okuyacaksın.. Sen  Kur’an-ı  meal  olarak  okumaya ve  ayetler  üzerinde  düşünmeye  başla  yardım  Rabbimizden  gelir. Ne  diyor Rabbimiz  Kur’an-da  " Kur’an-ı  biz  öğretiriz."  Öğretiyor.O’na  zorluk  mu   var ?  Unutmayın  ki ,  yarın  Ahirette  sadece  yaptıklarımızdan  hesaba  çekilmeyeceğiz… Yapmadıklarımızdan  da    hesaba   çekileceğiz… Bunun  başında  Kur’an-ı  okumamak ve  anlamamak  var…Hiç  aklınıza   getirdiniz  mi? Hangi  Kur’an-ı  Kerim’i  derseniz " Elmalı’lı  Muhammed  Hamdi   Yazır’ın  deriz…Amman  Vahhabilerin  ücretsiz  verdiklerinden  uzak  durun , deriz… 


Zikir  ederek ,  yattığınızda  uyku  halinde  iken , Evliyalardan  ders  alma   devam  eder… Bu dersler  ölümlü  akıla  değil ; ruhuna  verilir.  Bir  gün   arifleri – hatibleri  kıskandıracak kadar güzel  ve  doğru  konuşmaya  başlarsın, yine  şaşarsın… Şaşma… Dedik  ya  hayatında  ne  güzellikler  başlayacak… Bu  güzel  konuşma  da  onlardan  biri… Sen  artık  Peygambere varis  olmuşsun ,  O’nun  davetine            ; davetçi  olmuşsun… Bundan , daha  güzel ne  olabilir  ki? Elbette ki ;  doğru  yoldasın  ki ,sana  yardım ediyorlar ve  sende  müslümanlara  yardım  ediyorsun… 


Bu  arada sana,  öyle sırlar   verilir ; öyle  kerametler  yaşarsın  ki ;  anlatılamaz… Bizlerin yaşadıklarını , bizlerden  önceki    Üveyslerin  yaşadıklarını , sende  yaşayacaksın… Yeter ki , öğretilen  şekilde zikir et, devam  et. Mutlaka  ,   ama    mutlaka   kerametleri  yaşatırlar.  Sakın  ha ! Keramet  yaşayacağım  diye  bu  yola  düşme… Kerametler  hep  hediyedir, senin  dilemenle  olmaz. Sen  doğru  olduğun  sürece  sana  " hediye  olarak" verilir. Niyetin , Allah  ve  Resülunü  sevme ;  tam  bir  sadakatla  sevme  olmalıdır… Bunun  dışında  kalan  yollar  hep  kapalıdır. Bu  sevgi  sonunda , namaz  başta  olmak  üzere ;  tüm  ibadetlerin tam  ihlasla  olmaya  başlar. Namaz  vaktin  geçecek  diye  üzülür, koşarak  gelirsin  yüce  davete… Her  ibadetini " İhlasla"  yaparsın ve  tarifi yapılamayan  bir  huzur  çöker  üstüne… Bu  şekilde ibadetine  devam  ederken  sana ; ibadetlerinde  Rabbinden  "ihsan " verilir… Rabbini adeta  "görüyormuşcasına" ibadet  etme  zevki  verilir ve  bu  senden ; sen  kendini ,  Kur’an ve  sünnetler  dışında  tutmadığın  sürece  senden  alınmaz… Ne  saadet , ne  saadet… Bir  gün bakarsın  Kabe  karşında, bir  gün  bakarsın  kimlerle  namazdasın… Bir  gün sevdiğin  ve  çok  uzaklarda  bulunan biri  seni  yakınında  görür… Daha  neler , neler… Çok  açtık, kapatalım…Bunlar  hep  Marifetin başı  sayılan  birinci  bölümünde  yaşananlar… Ya  Şeb-i   Aruz’da  yaşanacaklar ?    Ya Marifet bittiğinde,   Ya   Hakikat   Makamında   yaşanacaklar ? İşte  burada  kesin  yasak  var. Hakikat  Makamının  yaşanışı  hiç  bir  şekilde  kimseye  açıklanamaz…! Kaldı ki ; bu  yazılanların  - bu  kadar  açıklanmış  -  halinde " ne  bu  güne  kadar  bir  benzeri  var,  ne  de  bu  kadar  açık  olanı  var. " "Bu  dünyada  bir  ilk…" Rabbimiz  niyetimizi  biliyor. Amacımız  baş  olmak  değil, "bir  müslümanı  mümin  eylemek,  ibadetlerini nefs  sahibi  kullara  değil, Allah’a  yapmasını  sağlamak  ve  Allah’a  giden  dosdoğru  caddeyi  gösterebilmek ve  bu  yolculuk  esnasında  karşılaşacaklarını önceden haber vermektir. Niyet  bu  olunca , yardım da  Bir  olan   ve  eşi   benzeri  bulunmayan  Allah’ımızdan  gelir. 


Bir   hadisi   veya  Kur’an-dan  bir  ayeti veya  karşılaştığın , ama  çözümünde zorluklarla karşılaştığın bir  sorunun  cevabını  sana  birinci  elden  , doğrusunu  mutlaka  öğretirler. Ama  sen  öğrenmek  için  çaba  göster , araştır ;  bulamazsan   sana  hemen  yardım  gelir. Ankebut  Suresi  69. Ayet  hemen  hayata  geçirilir ve  sen hayatını  tarifi  imkansız  bir  huzur  içinde  sürdürmeye   devam edersin. 


Bu  arada,  hep  güzelliklerden ,  kolaylıklardan ,verilecek  sevinç  ve  müjdelerden  bahsettik… Hiç  mi   sınav  yok?  Olmaz  olur  mu ? Ne diyor  Yüce  Kitabımız :" Siz  hiç  imtihan  edilmeden mi ,  cennete  gireceğinizi  zannediyorsunuz ?" Bir  başka  Ayette  ise " Sizler   mallarınızla ,  canlarınızla  ve  çocuklarınızla imtihan edileceksiniz " diyor. Mutlaka   ama  mutlaka sizler  ve  bizler  zikir  etsek  de  ,  etmesek  de ; bu  dünyada  belirtilen  üç  şekilde  imtihan   edileceğiz… Bu sınavları  bir  tek  şekilde  , başarı  ile  geçebiliriz :"Sabırla" 


Zikir  ehline  sabır da  Allah’tan   bir  lutuf  olarak  gelmektedir. İşte  fark  burada… Çünkü  bizlerden  istenen " Verilen  nimetlere  şükür  etmek ,  imtihanlara  ise  sabretmektir." Hayatını buna  uyarlarsan , yani yukarıdaki   hal  üzerinde  olursan hayatın  kolaylaşır , güzelleşir… 


Marifetin  ilk  bölümünde mutlaka , ama  mutlaka ;  senin  üzerinde  İnşirah  Suresini  gerçekleştirirler … "Biz , senin  sırtında ;  sana  eziyet  veren  yükünü  almadık  mı?" Zikire  başlayıncaya  kadar ,   sende  var  olan  ve  sana –ailene  eziyet  veren  yükü- zorluğu-kötülüğü  senin  üstünden  kesin  olarak ,  mutlaka  alırlar… Oyuna veya  kumara   düşkün  isen , oyunu; içkiye  müptela  isen  içkiyi ;  zinaya  meyilli  isen  zinayı ; yalancı  isen  yalanı  mutlaka  ama  mutlaka  sana  bıraktırırlar. Nasıl  bu  kötü  ahlaktan – davranıştan  kurtulduğuna  şaşarsın… Ayet , kesin olarak " emiri - gerçekleşeceğini  " işaret etmekte… Bu  da  gerçekleştiriliyor… Daha  neler  neler  , yaşayacaksın… Daha  fazla  bilgi  için , sorulara   cevap  için  bizi     arayabilirsiniz… Ne  kadar  çok  yazarsam  ,  yazayım ;  yaşayacak  olduğun   güzelliklerden sizlere    , ancak  başlıklar  altında yazdım. Size  tek  bir  cümle  yazıp ,  noktalayacağım… "YAŞA  VE  GÖR." 


Şeb-i Aruz’ u  çok  ama  çok  kısa  yazacağım…  Hele  siz , Allah’ımızın  izniyle  zikire ; Üveys  Veysel  Karane   Zikrine  bir  başlayın  ve  bu  yazıyı da  saklayın ,  saklayın  ki ;  yeri  geldikçe  bir  bir  yaşayın  ve  görün… Görün , anlatılanların  az  bile  olduğunu…


Şeb_i  Aruz’un  başlamasının  ilk  ve  kesin  hali  "Resulullah’ımızı  bir  toplantıda – kalabalık  içinde ;daha  doğrusu ,  düğün  başlamadan  önce  " görülmesi " ile   başlar. Sizden  artık  körlük  de  gittiğinden  milyonlarca  insanın  yaşamadığını  yaşamış ;  görülmeyenleri  görmüş oldunuz… Bundan ,  büyük  saadet  olur  mu?   Artık  bu  andan  itibaren , yazılarıma   kilit  vuruyorum…  Hele  siz  bir  kere  Manalar  Çocuğu  olmaya  başlayın  ,  sonra  yaşayın  ve  görün… Bunları   da  Allah’ımızın  izni  ile     geçin  ,  size  devamını  ama  biz    yaşayanlar , ama   melekler ,  evliyalar  mutlaka  öğreteceklerdir… Hiç  öğrenci öğretmensiz   olur  mu? Hiç  Allah’a  giden  bu  yolda , yolcu  yarı   yolda  bırakılır  mı?   Elbette  bırakılmaz… Hiç  bu  kadar ( şimdiye  kadar ) açıklanmamış  güzel  Marifet Sofrası  yarıda  kalır mı ?  demeyin…  Sizler  " Marifet  Sofrasından   "     nasibinizi  almaya  bakın…Önce   sofraya  oturun ,  rızkınız   kolayca  önünüze  gelir… 


Bu  yazılarda  hatalar  varsa   ve  sizlere   itiraz  etme  cesareti  veriyorsa ,  bilin  ki; benim  nefsimin kötülüğündedir… Eğer  okuduklarınızdan      feyz   ve  bereket  aldıysanız ;  bu da  size   Rabbinizin  hediyesidir . 


Sizler,  bu  yazılanları   okuyanlar ;   bu  yazıyı  insanlara  ulaştırmak  için  çaba gösterip, hazırlayanlar ;  bana  olan  hakkınızı  helal  ediniz.   Allah’ımıza  emanet  olunuz. Ne  yaparsanız ,yapınız ;  hep  "Allah’a  kul , Peygamberimize   ümmet      olmaya  çalışınız." 


"YALNIZ  SANA   İBADET  EDERİZ ,   VE  YALNIZ  SENDEN  YARDIM  DİLERİZ." (Fatiha Suresi – 4. Ayet) 


YANLIZ SANA İBADET EDEN ve YANLIZ SENDEN YARDIM DİLEYEN KULLARINDAN EYLE BİZİ ALLAHIM. Amin.



Kaynak:  http://www.veyselkarane.com